Sözlerim kimilerini
kanatacak. Kibirli yüzleri yerlerde sürünsün onların. Velid bin Mugire’nin
soyudur onlar. Allah’ın kendisi hakkında, “Düşündü, taşındı, ölçtü, biçti. Kahrolası,
nasıl da ölçüp biçti! Sonra baktı. Sonra kaşını çattı, suratını astı. Sonra
sırt çevirip kibirlendi.”, dediği Velid bin Mugire’nin.
Velid
bin Mugire gibi ölçüp biçmek hakikat ayan beyan ortadayken onu batılla bir
tutmak, batıl saymaktır. Yazıklar
olsun Velid bin Mugire gibi ölçüp biçenlere…
Filistin’in makûs talihini/ tarihini bilenler bu kutsal beldenin halkına
oynanan oyunun piyonlarının Müslüman görünümlü kişiler olduğu gerçeğini teslim
edeceklerdir. 1948’de yurtlarından tehcir edilen Filistinlilerin şahitlikleri bu
ihanete bir nebze ışık tutar. Onlar, kendilerine silah ve askeri eğitim
vermemekle kalmayıp vatanlarını korumalarına da hileli yollarla engel olan Arap
yöneticileri lanet ile anarlar. Bu insanlar, dönemin Arap yönetimleri
tarafından hazırlanan Özgürlük Ordusu’nun değil Filistin’i korumak,
Filistinlilerin koruyabildiği beldeleri dahi Siyonistlere peşkeş çektiğini aktarırlar.
Filistinlilere göre temel problem düşmanın varlığından ziyade Filistin’i itikadi
bir mesele kabul edecek dostların yokluğudur. Vakıa, bu yokluk, “İsrail
bizim tarafımızdan dışlanmış, defterden silinmiştir, ebediyen hem de! Ona ne
petrol veririz ne de resmen tanırız; asla”, diyen İmam
Humeyni’nin rehberliğindeki İran İslam İnkılâbı’nın zaferine dek sürmüştür.
İnkılab’ın Filistin için öngördüğü çözüm tam da 1948 mültecilerinin
istediği tarzdadır: Filistin’i Filistinlilerin kurtarması. İran yerel halkın
Siyonist düşman karşısında güçlenmesi, toprağını ve varlığını özgürleştirmesi için her
şeyi yapacak; Lübnan ve Filistin halkı da, müstekbir güçlere dayansa da, sayıca
kendisinden az olan bu Siyonist güruhu söküp atacaktır. Bu program çerçevesinde
İnkılab, tevile yer vermeyecek açıklıkta konuşuyordu; İran
bu işe adanmıştır.[i]
İnkılab işe Lübnan’dan başladı. Diğer direniş örgütlerinden bağımsız, dini,
siyasi, sosyal ve askeri gerçekliklere dayanan yepyeni bir hareket oluşturmaktı
ilk hedef. Böylece, bütüncül bir projenin ilk adımı olarak Hizbullah ortaya
çıktı. Hizbullah’ın Siyonist rejimi Lübnan’dan söküp atması ve yine Temmuz 2006
Savaşı’ndaki galibiyeti bu modelin incelenmesini ve uyarlanmasını haklı
kılıyordu. 1982’deki
ilk kurşundan Fecr-5 füzelerine kadar Hizbullah’ın mücadele tarihini
izleyenler İslam İnkılâbı’nın adım adım ilerleyen projesinin başarısını ve
dönüm noktalarını da göreceklerdir.[ii]
İran’ın sadece Lübnan direnişini değil, aynı
zamanda işgal altındaki Filistin’deki direniş hareketlerini de desteklediği
tartışmasızdı. İmam Humeyni’nin sağlığında Tahran’daki Siyonist elçiliğin
kapatılıp binanın kendilerine tahsis edildiği Filistin Kurtuluş Örgütü lideri merhum
Yaser Arafat’tan başlayarak, İslami Cihad’ın lideri Şehit Fethi Şikaki’ye ve
yine İslami Mukavemet Hareketi HAMAS’ın önde gelen siyasi ve askeri liderlerine
kadar birçok kişi İslami İran’ın başkentini kendi evleri biliyorlardı. İnkılab’ın
çizdiği uzun vadeli ve fakat sağlam yolun gerektirdiği sabrı gösteremeyen Yaser
Arafat’ın o dönemde söylediği, “Dayan’la Begin’e cevaben dedim ki, sen gidip
birilerine dayanır ve Amerika’ya sırtını verebilirsin, ama ben de beni
destekleyecek birini bulabilirim ve buldum da; Ayetullah-il Uzma Musaviyy-il
Humeyni liderliğinde İran milletine dayandım.”,
sözü hala kulaklarda çınlamaktadır. İslam İnkılabı’na ve İmam Hamanei’ye
dayanan bir başka isim, İslami Cihad lideri Ramazan Şallah ise 2008-2009 Furkan
Savaşı sırasında, “İmam Hamenei’ye söz veriyoruz, tıpkı Lübnan Direnişi gibi
biz de Gazze’de zafer kazanacağız.”, diyordu. Şallah bu sözünü tutuyor ve
Filistin direnişi, Siyonist rejimin devasa askeri gücünü Gazze’de perişan
ediyordu.
Temmuz 2006 Savaşı İran ve Suriye destekli
Hizbullah’ın Lübnan’ın kara ve deniz sahasını korumakta mahir olduğunu ortaya
koyarken, Furkan Savaşı da, Gazze’deki direniş örgütlerinin operasyonel anlamda
komuta kabiliyeti kazandığını gösteriyordu. 2006 sonrası İran’ın Amerika ve Siyonist
rejime yönelik temel sürprizi “Elektronik Harp” sahasındaki başarısı oldu. İran
Amerikan casus uçaklarını kontrol edip indirmeyi başarmakla kalmadı, bunları
kopyalayıp seri üretime geçmesini de bildi. Hizbullah ise işgal edilmiş
Filistin toprakları üzerinde Siyonist rejimin askeri ve nükleer tesislerini
gözleyen insansız hava araçları uçurmaya başladı. İran’ın yerli uzay
teknolojisi artık Filistin direnişinin hizmetindeydi. Bugün İran ve Hizbullah,
Siyonist düşmanın hareketlerini anlık olarak takip etme kabiliyetindedir ve
bunu işgal altındaki Filistin topraklarının özgürleştirilmesi için direniş
hareketlerinin hizmetine sunmuşlardır. Yüzü aşkın Siyonist askerin
öldürülmesinde düşmanın hareketlerini anlık olarak takip eden İran ve Hizbullah’ın
katkısı tartışma kabul etmez düzeydedir.
İran, Erdoğan ve Davutoğlu’nun ayartmasıyla,
HAMAS’ın Suriye meselesinde gösterdiği yalpalamaya rağmen onlara aşılması imkânsız
duvarlar da örmeyen bir ülkedir. Kendisini sırtından vurulmuş hisseden Suriye’den
farklı olarak İran, HAMAS’ın pragmatist tavrını mecbur kalınan politik bir
manevra olarak kabul etmiş, hem Suriye hem de HAMAS ile ilişkileri sürdürmeyi
becermiştir. İran ve Hizbullah’ın Gazze’ye aktardığı askeri malzemenin bir
kısmının Suriye’de Suriye Arap Cumhuriyeti Ordusu ve Hizbullah’a karşı
kullanıldığının anlaşılmasına rağmen İran, HAMAS’ın bunların örgüt kararı olarak
yapılmayan münferit eylemler olduğu yönündeki savunmasına itibar etmiştir.
Bugün Gazze yine ateş altındadır ve direnişe
sadık kalmanın bedelini yerle bir olmakla ödeyen Suriye ile İran’ın tüm bu
süreçte de Filistin’i askeri açıdan besledikleri aşikar olmuştur. Tüm bunlar inkârı
muhal hakikatlerdir.
Bu hakikatlerin karşısında ise Petro-dolarlarla
beslenen tekfircileri Müslüman ülkelerin üzerine salan Suudi Amerika ve diğer
Körfez emirlikleri ile Filistin’e yönelik NATO saldırısının içinde yer alan
Türkiye bulunuyor. Siyonistlerle Amerika’nın hesabı ayrı değildir ve NATO
Amerikan askeri gücünün aktarılması için kullanılan ülkelerden ibaret bir
organizasyondur. Siyonistlerin Filistin’in herhangi bir bölgesine yönelik herhangi
bir askeri saldırısı aslında Amerika’nın dolaylı yoldan gerçekleştirdiği bir
saldırıdır. Amerika bu saldırının başarısını temin için askeri gücünü aktardığı
tüm NATO ülkelerini de bilfiil kullanmaktadır. Türkiye de bundan müstesna
değildir.
İki sene önceye, Siyonist rejimin Gazze’ye
saldırdığı ve Mursili Mısır’ın arabulucu olduğu günlere dönersek, Erdoğan’ın
Siyonist rejimi “terörist” ilan etmesini ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
Victoria Nuland'ın “retorik” olarak nitelendirdiğini görürüz. Siyonist
rejim ile Erdoğan’ın ilişkilerinin her düzeyde ilerlediği bir zeminde Nuland’ın
nitelemesinin haksız olduğunu söylemek mümkün müdür? Türkiye, Türk
vatandaşlarının katili Siyonist rejimle ilişkileri geliştirme arzusunu ilan ederken,
Erdoğan’ın retorikten öteye geçmeyen sözlerine sarılıp İran İslam Cumhuriyeti’nin
Filistin’e adanmışlığını yok sayanların Velid bin Mugire’ninkine eş bir vicdana
ve izana sahip olduklarını söylemek mümkündür.
Arif Nihat
Asya “Naat”ında, “Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet/ Altın devrini yaşıyor.../ Diller, sayfalar, satırlar/ ‘Ebu Leheb öldü’ diyorlar./ Ebû Leheb
ölmedi, yâ Muhammed/ Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!”, diyordu. Hakikat bu: Ne Ebu Leheb ne Ebu Cehil ne de
Velid bin Mugire öldü. Reenkarnasyonla döndükleri bedenlerden kalabalıklara
yalan söylemeye devam ediyorlar. Filistin’e adanan yürekler ise tüm bu
yalancılara inat “Allah İran’a zeval vermesin”, diyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder