Beklenen oldu ve Sünni (!)
Erdoğan halkoyuyla cumhurbaşkanlığı makamına yürüdü. Erdoğan’ın son üç yıllık
seyri kendisinin değiştirmekte ayak sürüdüğü Anayasa’yı aşan davranışlarda
bulunacağını garanti ediyor ama şu an derdimiz bu değil.
Mesele
Erdoğan’ın ardından başbakanın kim olacağı noktasında düğümleniyor. Siyasi
ağızlarda, lobicilik faaliyetleriyle iştigal edenlerin çalışmalarında, gazete
köşelerinde, fısıltı gazetesinde bazı isimler dillendiriliyor. Başbakanın kim
olacağına dair verilen ipuçları çerçevesinde tahminler yürütülüyor. Tartışma
isimler etrafında dönse de, başbakanın kim olacağından daha önemlisi
başbakanın ne yapacağıdır?
Erdoğan’ın
başbakan, Davutoğlu’nun dışişleri bakanı titrini kullandığı yıllar boyunca bu
ikili Meclis denetimi dışında kalan birçok icraata imza attılar. Dışişlerindeki
diplomatik kaidelerin hiçe sayıldığı, tutanağa bağlanmamış, kaydı alınmamış
birçok özel görüşme bu ikili tarafından gerçekleştirildi ve bu görüşmelerle
ilgili hiçbir bilgi verilmedi. Erdoğan ve Davutoğlu’nun Meclis’e ve Meclis’teki
diğer partilere bilgi vermemesi, birçok konuyu Meclis denetiminden kaçırması
sıklıkla tartışma konusu oldu. Bugün hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin
hangi ülkeye nasıl bir taahhütte bulunduğunu bilir halde değildir. Suriye’deki
krize müdahil olduğumuz son üç yıl ise kayıt dışı diplomasinin zirve yaptığı
dönemi oluşturdu.
Erdoğan
ve Davutoğlu, yanlarına MİT müsteşarını da alarak, Suriye Arap Cumhuriyeti
aleyhine onlarca, yüzlerce faaliyette bulundular. Bu faaliyetlerin bir kısmı
çeşitli illerdeki otellerde yapılan konferanslar şeklinde basına yansırken, bu
konferansların öncesinde ve sonrasında siyasi ve askeri unvanlara sahip
kişilerle yapılan gizli toplantılar, bunlara verilen sözler, onlardan talep
edilenler, onlar ile ilişkiyi kuran aracılara ve bu aracılar vasıtasıyla onlara
yapılan ödemeler gündemin dışında tutuldu. Bu süreçte Türkiye’nin Suriye’deki
kimyasal saldırıların arkasında yer alan devlet olduğu Seymour Hersh gibi gazeteciler
tarafından açıkça ileri sürüldü. Bugün Suriye ve Irak’ta katliamlar
gerçekleştiren tekfirci çetelerin arkasında Türkiye’nin, Erdoğan ve Davutoğlu’nun
yer aldığı alenen konuşulmaktadır. Balkan devletlerinin siyasileri,
tekfircilerin Türkiye’deki insani yardım kuruluşu maskesi altında çalışan
organizasyonlar tarafından Suriye ve Irak’a götürüldüğünü söylemektedirler. Tüm
bu bağlantılar elbette ki, Erdoğan, Davutoğlu ve Mit müsteşarının bilgisi
dahilinde gerçekleşiyor.
Erdoğan
kimin başbakan olmasını ister? Erdoğan niçin apar topar bir kongre planlar?
Erdoğan tüm bu pisliklerin açığa çıkmaması için kendisini kontrol edebileceği,
kendisinin de bu pisliklerin içinde yer almış birisinin başbakan olmasını
isteyecektir. Böylelikle Meclis denetiminden uzak bir dönemi garanti edecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakan Davutoğlu, dışişleri bakanı Fidan kurgusunun
temel sebebi bu üçünün ülkeyi ileri götürmesi değil, bu üçünün kendilerini
uluslararası ceza mahkemeleri nezdinde sanık sandalyesine oturtması muhtemel
cürümleri elbirliği ile örtme çabasıdır.
Bu
plan tutar mı? Belki… Ne var ki, Erdoğan, Davutoğlu ve Fidan’ın yabancılarla
yaptıkları gizli görüşmelere, pazarlıklara sadece Türk kaynaklarının vakıf
olduğunu sanmak da safdillik olur. Onlar bunların üzerini örtmeye çalışsalar
da, zamanı geldiğinde birileri, Türkiye aleyhine daha büyük tavizler alabilmek
için onların şahsi cürümlerini ortaya koyacak olan bu dosyaları önlerine
atacaktır.
AKP Davutoğlu’nu başbakan
yapabilir. Davutoğlu da cürümlerinin izlerini silmek için elinden geleni ardına
koymayabilir. Belki bir kısmını silebilir de lakin Suriye’de tekfircilerin
katlettiği yavrucağın “Her şeyi Allah’a anlatacağım” sözünü Levhi Mahfuz’dan
nasıl silebilir? Gölgesine sığınacağı Erdoğan’ın gücü buna yeter mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder