İran ile günümüz dünya sisteminin
temel kurumlarını var eden İkinci Dünya Savaşı’nın muzaffer güçleri ve
Avrupa’nın tartışmasız ekonomik devi Almanya arasında İran’ın nükleer
çalışmalarının konu edildiği uzun soluklu görüşmeler nihayetinde bir anlaşmaya bağlandı.
Merkez medyanın yıllardır kopardığı yaygaraya inananlar için Batı dünyasının
her geçen gün dozunu arttırarak uyguladığı ambargolar İran’ın nükleer silah
elde etmesini önlemeye matuftu. Ne var ki, akademik camia ve düşünce
kuruluşları için hikâye bambaşkaydı. Zira İran’ın nükleer alandaki çalışmaları
İslam İnkılâbı sonrası başlamıyordu ve İnkılab sonrasında da askeri amaçlara
yöneldiğine dair somut veriler yoktu. Tarafların aslında neyi imzaladığını
anlayabilmek için geçmişe bakmak gerekiyor.
Bugünün dünyasının temelinde
İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi yatıyor. 19.yüzyılda sanayi mamullerinin
kahir ekseriyetini imal eden İngiltere, aynı zamanda, içten yanmalı motorun
geliştirilmesiyle birlikte petrolün sivil ve askeri amaçlarla kullanımının
önemini fark eden ilk devlettir. İngiltere, petrol kaynaklarını kontrol ederek
sadece bir sahayı/ ülkeyi değil, 20.yüzyılın ekonomisini, sanayisini ve nakil
vasıtalarını da elde tutabileceğini düşünmüş ancak İkinci Dünya Savaşı’nın
ardından uluslararası sistemdeki pozisyonunu Amerika Birleşik Devletlerine
bırakmak zorunda kalmıştır. Siyasi açıdan böyle de olsa, bugün tüm dünyanın
kullandığı teknolojik altyapı Sanayi Devrimi’nin oluşturduğu altyapıdan başkası
değildir ve petrol bu altyapının ihtiyacı olan enerjinin hem kaynağı hem de
binlerce mamulün hammaddesidir. Bugün
çevremizde gördüğümüz hemen her şey bu altyapı ile ilişkilidir. İkinci Dünya
Savaşı ise insanlığın gündemine, günlük hayata eklemlenmesi müşkül de olsa,
nükleer gücü getirmiştir.
20.yüzyılın ikinci yarısından
itibaren oluşturulan dünya sistemi sadece siyasi bir bölünmenin değil,
teknolojinin, üretimin ve pazarın da bölünmesini ifade eder. Bu sistemde
nükleer güç olan ve sanayileşmiş Batılı ve Doğulu devletler karar verici
konumdadırlar. Bunların arasında Müslümanların hakim olduğu bir devlet yoktur
ve neyin, nerede, ne kadar üretileceğine ve nasıl tüketileceğine onlar karar
verirler. Teknolojik altyapı mekanik-elektrik-petrol üçlüsüne dayanır. Zamanla
sistem içi rekabet mamullerin maliyetini düşürmeyi ve petrol sebebiyle Müslüman
coğrafyasına bağımlılığı azaltmayı gerektirir. Büyük sanayi tesislerinin
ihtiyacı olan enerji nükleer santrallerden karşılanabilirse de, nakil
vasıtalarının önünde hem teknoloji hem de altyapı sorunu vardır. Bir başka ifadeyle,
içten yanmalı motorları devre dışı bırakacak teknolojik birikim henüz yoktur ve
bu yolda çalışmalar olsa da, mevcut sistem kolayca değiştirilecek mahiyette
değildir.
Soğuk Savaş döneminde Batı
dünyası kendine ait olmayan petrol sahalarını kontrol ederken, Sosyalist Blok
daha ziyade kendi kaynaklarını kullanır haldedir. Bu tabloda İran özellikle
1953 darbesiyle devrilen Musaddık hükümetinden sonra İngiltere ve Amerika’nın
tartışmasız gayrı resmi mandası haline dönüşmüştür. Zengin petrol ve doğalgaz
kaynakları ile İran, Batılı şirketlerin cirolarını arttıran bir ülkedir.
İngiltere ve Amerika İran’ın petrolünü pazara sunarken, İran’ı da Batılı
mamullerin açık pazarı haline getirmişlerdir. Bu dönemde İran’ın bütçesinin
ağırlıklı bölümü petrol ihracından oluşmaktadır.
İslam İnkılâbı ile doğal
kaynaklarını Batı’nın elinden kurtaran İran, onlarca başlık altında 35 yıldır
uygulanan ambargoları aşabilmek, İslam İnkılâbı’nı korumak ve İran halkının
ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla neredeyse sıfıra yakın bir noktadan, çok
zaman el yordamı ile sanayileşmeye çalışmış ve birçok alanda iç tüketimi
karşılayacak seviyede üretim gerçekleştirebilmiştir. Bugün tüm ambargolara
rağmen İran’ın yıllık bütçelerinde petrol ve gaz dışındaki gelir kalemlerinin
oranı istikrarlı bir şekilde artmaktadır. Bununla birlikte, petrol kullanımı
açısından İran için de bir sorun vardır: Üretimin yarısının ülke içinde
tüketilmesi ve petrol ihraç eden bir ülke olmasına rağmen benzin ihtiyacının
yarıya yakınını dışarıdan karşılaması. İran bu handikabı aşabilmek, sanayisini
diğerleriyle rekabet edebilecek şekilde geliştirmek, maliyetleri düşürmek ve
üretilen petrolün ekseriyetini ihraç edebilmek için nükleer enerjiye yönelmekle
kalmamış, Batı dünyasının 21.yüzyıl için öngördüğü yeni teknolojik altyapının
petrol dışındaki alanlara kaydığının da farkında olmuştur. İran’ın ülke çapında
kurmayı planladığı 20 adet nükleer santralin temeldeki amacı İran sanayisini
fosile dayalı enerji kaynaklarından kurtarmak ve sanayinin enerji maliyetini
asgariye indirmektir. Böylelikle İran 21.yüzyılda etkin bir devlet/ toplum
olarak var olmayı garanti etmek istemektedir. İran bu kaygısında haksız mıdır?
Haziran 2015’de toplanan G-7
(Gelişmiş/ sanayileşmiş 7 devlet) zirvesi uzun zamandır enerji ve sanayi
çevresi ile akademik camiada konuşulan bir hususun siyasilerin ağzından resmi
bir söyleme dönüşmesine şahit oldu: 21.yüzyılın sonuna kadar fosile dayalı
enerji kaynaklarının kullanımı yerini alternatif kaynaklara bırakacak. Bu
kararı açıklamak istersek, bu yüzyılın sonunda kuvvetle muhtemel dünya petrole
ihtiyaç duymayan yeni bir teknolojik altyapıya kavuşacak, diyebiliriz.
Batılılar uzun bir zamandır hassaten nakil vasıtalarının petrol bağımlılığını
azaltacak teknolojiler üzerinde çalışmaktalar. Denizaltılarda ve uçak
gemilerinde kullanılan nükleer teknolojiyi büyük gemilere adapte etmek mümkünse
de, aşılması beklenen sorun otomobiller ile diğer kara nakil vasıtaları ve daha
da önemlisi uçakların petrole ihtiyacının sona erdirilmesidir. Bunun için güneş
enerjisi, güçlendirilmiş yeni nesil bataryalar ile desteklenen hybrid motorlar ve
nükleer enerjinin düşük boyutlarda kontrol edilebilir formlarına ulaşmak da
seçenekler arasında yer alıyor. İşte bu noktada İran ile Batı arasında
yürütülen pazarlık salt bir nükleer silah yapıp yapmama meselesi değil,
21.yüzyılda oluşacak teknolojik altyapıya kendi imkânları ile şimdiden hazır
olma çabasıdır. Durumun farkında olan İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Seyyid
Ali Hamanei ile İran Meclisi’nin müzakere heyetine ve hükümete İran’ın nükleer
araştırma ve geliştirme faaliyetlerinden vazgeçmesi sonucunu doğuracak her
türlü anlaşmaya imza atmasını yasaklamasının temel sebebi budur. Bugün İran
hali hazırdaki sorunlarının değil önümüzdeki on yılların pazarlığını yapmış
haldedir. Doğu Ergil’in ifadesiyle, Batı, İran ile askeri bir yüzleşmenin
sadece teknolojik bir savaş olmayacağının, Tahmili Savaş’ta ispatlandığı üzere
bir “ruhani savaş” olacağının
bilincindedir ve kendisine fayda sağlamayacak bu yoldan, temelleri atılan yeni
sistemde İran’ın kendi adıyla yer almasını kabul ederek çıkmayı denemiştir.
İran’ın tüm Müslümanlar adına bir
kazanım olan bir anlaşmaya imza koyması hepimizi mutlu etmelidir. Bunun yanında
endişemiz İran’ın genç neslinin rehavete kapılıp bu yarıştan kopması ve süreçte
İran’ın Batı’nın pazarına dönüşmesi ihtimalidir. Ümit ediyorum ki, Veliyyi
fakih buna da izin vermeyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder