Gürkan BİÇEN
Hitler’in gizli servisi Gestapo’nun
dünyanın hemen her yerinde yayımlanan dergi ve gazeteleri takip ettiği,
buralardan elde ettiği verileri işlemeye ve bu yayımlar arasında bağlantılar
bulmaya çalıştığı nakledilir. Sinema dünyasına ilgi duyanlar CIA tarafından
kurulmuş Gestapovari bir birimin varlığına başrollerini Robert Redford ve Faye
Dunaway’in paylaştığı, 1975 yapımı “Akbaba’nın üç günü” isimli film ile şahit
oldular. Filmin senaryosu James Grady’nin
“komplo gerilim” türündeki “Six day of the condor” romanından uyarlanmıştı. Filmde
Redford, CIA’in kültürel bir kurum adı altında idare ettiği, vazifesi dünyadaki
yayımları takip etmek olan bir biriminde çalışan bir ajanı canlandırmaktaydı.
Kitap, gazete, dergi, rapor ve sair kaynakları okuyup aralarında bağlantılar
bulması için kendisine ücret ödenilen sivil bir ajan.
İzleyici bu filmde sadece CIA’in
böyle bir birimi olduğunu görmekle kalmıyor, gerektiğinde böyle bir birime CIA’in
bir başka birimi tarafından saldırılmasının ve çalışanlarının katledilmesinin
mümkünlüğüne de vakıf oluyor. Hatta film bize CIA’in bir kısım işlerini
piyasadan temin ettiği kiralık katillere havale ettiğini, kendi elemanlarını
öldürmek için bunlardan da faydalandığını anlatıyor. Filmin final sahnesinde,
tüm bunların niçin yaşandığını açıklayan üst düzey CIA yetkilisi, bunlar hep
oyundur, insanlar senden yiyecek ister, arabalarını çalıştıracak petrol ister,
yarın başka şeyler isteyecekler ve biz bunları sağlamalıyız, der. Bu sözleriyle
CIA yetkilisi, zenginliğin aktarılmasının sürekliliği kendi adamlarımızı
öldürmeyi gerektiriyorsa, bu caizdir demek ister. Redford ise tüm bu hikâyeyi,
kendi hayat sigortası olarak, basına ilettiğini söylemekle yetinir. Redford’un
basına neden bu kadar güvenmek istediğini anlamak mümkün değildir. Zira kendisi
de uluslararası bir harbin silahlı olmayan unsurları arasında yer alan
birisidir ve basının da aslında bu harbin bir parçası olduğunu bilmesi/
anlaması gerekmektedir.
7 Ocak 2015 tarihinde CIA tüm
dünyayı yeni bir filmin galasına davet etti: Charlie Hebdo… Bitmiş, gösterime
hazır hale gelmiş filmler için düzenlenen ve sınırlı sayıda davetlinin yer
aldığı bilindik galalardan farklı olarak gösterim filmin setinde
gerçekleştirildi. Senaryoya göre kendilerini ifade hürriyetine adamış bir grup
Avrupalı, kıtanın ezeli düşmanları olan Orta Doğulu ve Kuzey Afrikalıların
birlikte organize ettikleri bir saldırıya maruz kalır ve burada ağır kayıplar
verirler. Bir CIA katilinin soğukkanlılığına benzer bir şekilde olay yerinden
ayrılan saldırganlar elbette ki bilindik simalardır. Katledilen insanların
varlığıyla duygulanan izleyicinin gözyaşları yerdeki Muhammed peygamber (as)
karikatürünün mürekkebine karışır ve bu esnada jenerikten “Actors: Said Kouachi
and Sherif Kouachi… Production: Al Qaeda” ibareleri akar. Nakit anlamıyla
maliyeti düşük ve fakat izleyicisi çok bir film işte böyle çekilir ve gösterime
sunulur.
Noam Chomsky ve Edward S.Herman’ın
birlikte kaleme aldıkları “Rızanın imalatı” kitabını okuyanlar, kitlelerin
yönlendirilmesi, hükümetlerin ve gizli servislerin operasyonlarına açık ve razı
hale getirilmesi ve hatta kitlelerin hareketlerini kendi irade ve kararları
doğrultusunda yaptıklarını düşünmeleri için medyanın üstlendiği hayati rolü
anımsayacaklardır. Matbuat bu gücün bir kolu iken, 1930’lardan itibaren sinema
dünyası da bir diğer kol olarak yerini almış haldedir. Kitlelerin zihnine ve
bilinçaltına sadece bir cümleyi kazımak için yüzlerce film çekilmiştir. Bu
filmlerde aktarılan duygusal temalar ve bunlara matbuat aleminde eşlik eden kalemler/
eleştirmenler/ yorumcular üzerinden kitleler istenilen yöne sevk edilebilmiştir.
Yine bu konseptin bir parçası olan müzik ve eğlence dünyası da farklı
biçimlerde bu amaca hizmet ettirilmiştir. George Orwell’ın CIA için yazdığı
1984 romanındaki hakikat sadece Sovyet Bloğu için değil Batı Bloğu için de
geçerliydi. “Özgür dünya” sizin özgür olduğunuz dünya anlamına gelmez.
Zihinlerinizin özgürce yönlendirildiği dünya demektir, Özgür dünya.
Kurbanlarla katillerin aynı
maskenin iki ayrı yüzünü kullandıkları bir çağda hakikati aramak ve ona sadakat
göstermek borcu altındayız. Kendini İslam peygamberinin haysiyetinin koruyucusu
ilan edenlerin kimler olduğunu, neleri okuyup neleri izlediklerini, kimlerle
neler konuşup nasıl düşündüklerini/ düşündürüldüklerini bilmek zorundayız. Yine
bilmek zorundayız ki, Charlie Hebdo seri olarak tasarlanmış bir filmdir. Tıpkı
Rocky ve Rambo gibi Batılılara zafer, Elm Sokağı Kabusları gibi Müslüman ve
Üçüncü Dünya halklarına korku vaat eden bir seri.
Charlie Hebdo ile Batı, kendi
sömürgeci tarihine dönmeksizin Müslüman dünyanın Stockholm Sendromu yaşamasını
istemiştir. Özgürlük savaşçısı olduğuna inandırdığı bir grup şaşkın Batılıyı “haysiyet
savaşçısı” olduğuna ikna ettiği Doğulu bir diğer gruba katlettirmiş ve ellerindeki
Suriyeli kanı hala damlayan bazı liderleri de yanına alarak halklara gazete kâğıdına
sarılı bir sopa göstermiştir.
Geride bir soru kalıyor!
Peygamber’in (as) haysiyeti korunmasın mı? Elbette Peygamber’in ve tüm
peygamberlerin haysiyeti korunacaktır lakin her işin bir şer’i sorumlusu olduğu
gibi bunun da bir şer’i sorumlusu vardır ve bu korumanın mahiyeti ve
sınırlarına dair kararı o verecek, bunun yükünü de o çekecektir. O, halkın
önünde ve içinde bulunan ve Müslümanlar adına söz söyleme hakkına sahip olandır.
Gözlerindeki bantlarla götürüldükleri karanlık dehlizlerde tekbir çekenler
değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder