Giriş
Yahudi
tarihi alanında sayısız çalışma yapılmasına rağmen ne Batılıların ne
Doğuluların ne de bizzat Yahudilerin Endülüs Yahudilerine, Yahudi yazar Nahman’ın “bizim
İspanyol-Yahudi-Müslüman altın yıllarımız İspanyol-Yahudi mirasımıza ve Yahudi
tarihimizin bütününe zenginlik kazandırmıştır”, ifadesiyle yücelttiği[1] Yahudilerin
bu “altın çağ”ına ilgi duyduklarını söyleyebiliriz.[2] Bu
alanda var olan bilginin ekserisi Eliyahu Ashtor tarafından The
Jews of Muslim Spain adıyla kaleme alınarak, 1960 ve 1966 yılları arasında İbranice iki
cilt halinde Kudüs’te basılan ve sahasında adeta bir klasik eser addedilen
kaynağa ve bunun tercümelerine dayanır.[3] Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu arasında
köprü vazifesi de gören Seferad Yahudilerinin, Müslümanlarla Yahudiler arasında
teşekkül eden güzel dostluk misalleriyle dolu,[4] Müslümanlarla
Yahudiler arasındaki ilişkilerin “fusion / kaynaşma ve birleşme” ve “symbiosis
/ ortak yaşama” olarak özetlenebileceği[5] Müslüman
idaresi altındaki bu dönemlerini görmezden gelmek istemeleri izaha muhtaç bir
durumdur.
Bu
günün Avrupa’sının ve yine bu günün Yahudilerinin daha iyi anlaşılabilmesi
için, üzeri örtülse de, Endülüs Yahudilerinin konumunun ayrıntılarıyla açığa
çıkarılması fayda sağlayabilir. Medeniyetler arasındaki ilişkinin aktığı,
yolunun kesildiği ve başkaca kanallara yönlendirildiği anların tespiti belki
insanlık tarihinin bundan sonrası için bir anlam ifade edebilir.
Bu
çalışmamızda oldukça kıt kaynaklara dayanarak Yahudilerin İslami yönetim
altındaki Endülüs’teki yaşantılarına ışık tutmaya çalışacağız. Zikrettiğimiz
gibi, konuya dair çalışmaların azlığı çok yönlü okumaları ve karşılaştırma
yapmayı imkânsız kılmaktadır. Yine de, bu çalışma ile okuyucunun zihninde bir
çerçeve oluşturmayı amaçlamaktayız.
Çalışmamız
iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Yahudilerin Endülüs’e yerleşmesi ele
alınacak ve ikinci bölümde de İslami dönemdeki yaşantıları incelenecektir.
I.Bölüm
Yahudilerin Endülüs’e yerleşimi
Yahudilerin
etnik kökeni olan İbranilerin Filistin’e yerleşmelerinden önceki tarihlerine
dair kuvvetli bilgilere rastlanmaz. Bilinen, onların da büyük Arami göç
dalgasının içinde oldukları ve topraksız kaldıklarıdır.[6] Kimi kaynaklar onları eşkıyalık yapan ve hatta
şehirleri ele geçirmeye çalışan Habirularla ilişkilendirir.[7] Yahudiler ise etnik kökenlerini yaklaşık 4 bin
yıl evvel yaşayan bir kişiye, Hz. İbrahim’e (as) dayandırırlar.[8]
Tevrat’a göre Hz. Nuh’un (as) oğlu Sam neslinden Mezopotamyalı bir göçmen olan
Hz. İbrahim’in[9]
oğlu Hz.İshak (as) ve ardından da Hz. Yakup (as) İbrani halkının ataları kabul
edilmiştir.[10]
Böyle de olsa, Filistin’e yerleşmeyi başaran Yahudiler M.Ö. 750’den itibaren
Asurlular, Babilliler, Persler, Makedonyalılar ve Romalılar tarafından
bastırılmış, bölünmüş ve dağıtılmıştır.[11] Araplarla yaptıkları ittifaklara rağmen
Yahudiler kendilerine sürgün hayatı yaşatan bu işgalleri durdurmayı
başaramamıştır.[12]
Yahudi
topraklarını zapt eden güçler onları Asya, Küçük Asya, Afrika ve Avrupa’nın birçok
bölgesine dağıtmıştır. Yahudilerin bu sürgünlerle yerleştikleri bölgelerden
birisi de İber yarımadasıdır. Kaynaklar yerleşim tarihi ve yerleşimci sayısı
hakkında farklı bilgiler verseler de, onların bu bölgenin yerli halkı olmadığı
kesindir.
Kendilerine
Sefaradlar/Sefardim ismini veren ve kendilerinin Yahuda kabilelerinden birinden
geldikleri hususunu öne çıkaran İspanya Yahudilerinin[13] İspanya’daki
tarihinin başlangıcı efsane, söylence ve mitlerle örtülüdür.[14] Endülüs’teki
Yahudi varlığının kökeni hakkında bir Yahudi kaynağı, “Yahudilerin İspanya’ya Müslümanların istilalarıyla veya bundan sonra
geldiği” yolunda bir inanışı dillendirirken, bazı İslâmî kaynaklar ise
Yahudilerin bu coğrafyadaki mevcudiyetini kral İşpan dönemine kadar götürürler.
Kral İşpan'ın Babil Kralı Nebûkadnesar’la beraber Kudüs’ü M.Ö. 586’da ele
geçirdiği ve ülkesine 100 bin Yahudi esirle döndüğü rivayet edilir. İslâmî kaynaklar
bu konuda birbirine yakın ve benzeşen bilgileri zikrederler.[15] Endülüs'teki
bazı meşhur Yahudi ailelerinin, “kendi
atalarının I. Mabed’in yok edilmesinden sonra İspanyollara esir düşerek buraya
geldiklerini” ifade ettiğini kaydeden Yahudi kaynakların yanında, Yahudilerin,
Kudüs’ün ele geçirilmesinde Babil Kralı Nebûkadnesar’la (M.Ö.605-562) birlikte
hareket eden İspan ve Pirus'un esir aldığı Yehuda ve Bünyamin kabilesi
mensupları olduğunu belirtenlere de rastlanır. Bazı Yahudi araştırmaları ise,
İspanya'ya gelişlerini Hakimler Dönemi’ndeki (M.Ö.1125-1025) iç karışıklıklar
ve İsrail ile Yehuda krallıkları arasındaki savaşlarla ilintilerler.[16] Ancak bu ifadeleri tevsik edecek herhangi bir
kanıt da mevcut olmadığından bu anlatımların mitolojik özelliği dışında bir
anlamı yoktur.[17]
Yahudilerin İber yarımadasındaki varlığını, İspanya’yı ticari kolonileri haline
getiren Sami ırkından gelen Fenikelilere yardımcı olmak ve hizmet etmek üzere gönderilen
Yahudiler yoluyla antik zamanlara dayandıranlar da vardır.[18] Bir
başka görüşe göre, İspanya'daki Yahudilerin önemli bir kısmı, Romalılar döneminden
gelmektedir. Roma Kralı Hadrian’ın Yahudilerin Fîlistin’deki Bar Kohba isyanını
Titus vasıtasıyla M.S.135’te bastırarak, 50 bin Yahudi ailesini İspanya’ya
sürmüştür.[19]
Diğer bir kısmı ise Doğu Avrupa, yani Hazar kökenlidir. İbrahim, İshak ve Yakub’un
soyundan öte, Hun ve Macar kabileleriyle daha sıkı bağları vardı.[20] Gerek İslam gerekse Yahudi kaynaklarında
zikredilen rakamlar şüphelidir zira İslâm’ın fethi sırasında Kuzey Afrika’daki toplam
2 milyon civarındaki nüfusun 1,5 milyonunun Hıristiyan olduğu ve Mağrib’teki
Yahudi nüfusun ancak % 1’e tekabül ettiği tahmin edilmektedir.[21] Öte yandan, günümüz Yahudi araştırmacıları
Yahudilerin İber yarımadasındaki varlığının M.S. IV.yüzyılda başladığını ve
1492’ye kadar yaklaşık 1.200 yıl sürdüğünü kaydederler.[22]
Yahudilerin
sayısı konusunda net bir bilgiye sahip değiliz. Bu konuda muhtelif öngörüler
mevcuttur. Bir görüşe göre fetih sırasında İspanya’daki Yahudi nüfusu 100,000
civarındadır. Yahudilerin toplam nüfusun % 1’in yarısını ancak geçebildiğini,
şehirlerde bu oranın % 6-10 civarında seyrettiğini, bazı önemli kentlerde ise
bunun % 15 ile 20 arasında bir seyir izlediğini yazanlar olduğu gibi, İslami
dönemde Yahudi sayısını 500 bin olarak öngörenlerin[23]
yanında 1492 sürgününden önce “conversos” (Hıristiyanlaştırılanlar) dahil, Endülüs’te
800.000 dolayında Yahudi yaşadığın tahmin edenler de vardır ancak bu bilgi
yanlış ve abartılı olmalıdır zira Kudüs’teki İbrani (Hebrew) Üniversitesi’nden
Prof. Sergio Della Pergola’nın en son yaptığı bir araştırmada, bütün Ortaçağ
boyunca dünyadaki Yahudi nüfusun bir milyon civarında bir seyir takip ettiği,
1500 yılındaki dünya Yahudi nüfusunun 900 bin civarında olduğu ortaya konulmuştur.[24] Jacques
Attali ise XV.yüzyıl sonunda dünya genelinde iki milyona ve Endülüs özelinde
ise üç yüz bine yakın Yahudi yaşadığını söyler.[25] Her
ne kadar olursa olsun, bilinen şudur ki, Endülüs istikrarlı döneminde Yahudi
göçü alırken, karışıklık dönemleri Yahudileri de etkilemiş ve göç vermiştir.[26] Geniza belgelerinde Fustat’taki Yahudi
cemaatinin dağıttığı yardım cetvellerinde yer alan, ‘Endülüslü genç’, ‘Endülüslü yetim’
veya ‘Endülüs’ten gelen adam’
ifadelerinden bunların bir kısmının Yakın Doğu’ya ve Mısır’a gittiği
anlaşılmaktadır.[27]
II. Bölüm
Endülüs Yahudilerinin içtimai
konumu ve yaşantıları
Endülüs
dönemi dahil olmak üzere, İbranilerin bütün dini aşamalarını kronolojik bir
biçimde aktarabilmek için yeterince bilgi yoksa[28]
ve yine tarihi aktarımın/ şemanın büyük oranda hayali olduğu düşünülse de,[29] dini açıdan Yahudilik, Hz. Musa’nın (as), bir
diğer adı da İsrail olan Hz. Yakub’un (as) on iki oğlunun soyundan gelen on iki
kabileyi Mısır’dan çıkarıp Sina’ya götürmesi ve burada Tanrı’dan Tevrat’ı
almasıyla başlar, denilebilir.[30] Bu
anlamıyla Yahudiler, etnik olarak
bağlandıkları Hz.Nuh’u (as) sosyal boyutu olmadığı gerekçesiyle Yahudi olarak
telakki etmezler.[31] Ancak
bu Nuh’un onlar için hiçbir önemi olmadığı anlamına da gelmez. Nuh’un Yahudiler
için önemi onların birlikte yaşadıkları toplumlara bakış açılarını belirleme
noktasında ortaya çıkar. Yahudilerin İbrahimi dinlerin (İslam ve Hıristiyanlık)
mensupları ile paganlara bakışları aynı değildir. İbrahimi dinler her ne kadar
farklı detaylara sahip olsalar da, temelde aynı öze sahiptirler ve birçok
değeri de paylaşırlar. Özellikle M.S. 1492 İspanya sürgünü öncesi ve sonrasında
Müslüman kültürüyle iç içe yaşayan Doğulu Sefarad Yahudilerle Müslümanların benzerliği
çok daha fazladır.[32] Bunun
sebeplerinden birisi, kendisini sadece bir din değil, Allah’ın İbranilere
gönderdiği tüm peygamberleri de kapsayan en eski din olma iddiasındaki İslam’ın[33] müntesibi
Müslümanlarla Yahudiler arasında Hz. Peygamber (as) döneminde varılan ve Medine
Vesikası olarak anılan anlaşma uyarınca tarafların ortaya koydukları birlikte
yaşama iradesidir.[34] Kendinden sonra gelecek Müslümanları da
bağlayacak şekilde, Peygamber, ashabı Yahudilerin dini hayatına karışmamak ve
herhangi bir şekilde onları rahatsız etmemek konusunda ikaz ediyordu.[35] Elbette
bu birlikte yaşama iradesi aynılaşma anlamına gelmiyordu. Yahudilerin Yahudi
olmayanlara dair bir bakışı vardı. Buna göre, Yahudiler, Yahudi olmayan birini
anlatmak için yaygın olarak, “garip”, “seyyah”, “dolaşan” veya “yabancı” anlamına gelen “Ger” kelimesini kullanıyorlardı ve
şayet bu yabancı Yahudi toplumu içinde yaşayıp Nuh kanunlarını kabul ediyorsa
ona “Ger toşav”, Nuh kanunlarını
kabul etmeyen bir pagan ise “akkum” olarak isimlendiriliyordu. Kanunları, imtiyazları ve sınırlandırmaları
bilhassa Talmud’da geçen dürüst bir Ger toşav’ın öbür dünyada iyi bir mevki
edineceğine inanıyorlardı. Yahudi olmayan halkları ise “Goy” olarak anıyorlardı.[36] Kişiyi Ger
toşav kılan ve aslında her insanın uyması gereken kurallar Hz. Adem’den
(as) Hz. Nuh’a aktarılan “putperestlikten
kaçınmak, küfürden kaçınmak, zinadan özellikle akrabalar arası zinadan
(ensesten) kaçınmak, adaleti sağlayacak adalet kurumlarını oluşturmak ve bütün
münasebetlerde adil ve dürüst olmak, kan dökmemek, hırsızlık yapmamak ve canlı
hayvandan et koparıp yememek” olarak bilinen yedi temel ilkeyi ifade
ediyordu. Buna göre insanlar Yahudiler ve Nuhiler ile putperestler olarak
tasnif ediliyordu.[37] Papa
IX. Gregory Talmud’u Mukaddes Kitab’ı tahrif eden bir kitap
olarak tanımlasa da,[38] Yahudi
geleneğinde Hıristiyanlar ve Müslümanlar genellikle Nuhîler arasında sayılıyordu ve Ger
toşav yani yarı muhtedi olarak bir muhtedinin sahip olduğu haklardan
yararlanabiliyordu.[39] Hatta
rabbilere (Yahudi din adamları) göre, Hıristiyanlık ve İslâm Yahudilik’in gayrimeşru
çocuklarıydı.[40]
Bu açıdan bakıldığında, Arap topraklarında yaşayan Yahudiler, Arapların
putperest olmadıklarını, onların tek bir Tanrı’ya inandıklarını ve ona ibadet
ettiklerini İslâm’dan sonra bu inancı terk ettiklerini, İslâm öncesinden kalma
bugünkü uygulamalarının putperest amaç taşımadığını düşünüyorlardı.[41] Bununla
birlikte, Yahudilikte eksik olan şey kendilerinin egemen oldukları bir devlette
emsal teşkil edebilecek bir dini pluralizm tecrübesiydi.[42]
Bir başka ifadeyle Yahudiler azınlık oldukları ülkelerde dini çoğulculuk adına
bir anlam ifade ediyorlardı. Endülüs de böyleydi. Goitein tam olarak bu
kanaatte olmasa da,[43]
“altın çağ” olarak kabul edilen Endülüs’teki Müslüman ve Yahudi birlikteliği
böylesi bir tarihi ve zihni arka plana sahipti.[44]
Yahudilerle Müslümanlar arasındaki
birlikte yaşam tecrübesi ve iradesinin hilafına Hıristiyan din adamlarının
Yahudiler hakkında olumsuz kanaatleri vardı. Onlar, Yahudilerin Hz. İsa’yı (as)
öldürdüklerini düşünüyor, faiz aldıkları ve köle ticareti yaptıkları için de Yahudilere
baskı yapılması gerektiğini savunuyorlardı. Bu tutumları İber yarımadasındaki
Yahudilerin toplumsal statülerine ve günlük hayatlarına da yansıyordu. Kilise’nin
sağlamlaşmaya başlamasıyla birlikte her şey Yahudilerin aleyhine gelişmeye
başlamıştı.[45]
Hıristiyan din adamlarının teşvik ve tahrikiyle birbirini izleyen dinsel
konsüllerde İberya yarımadasının Yahudilerden arındırılmasına matuf bir dizi
sert kararlar alındı. Yahudilerin dinlerini yaşamalarına engellerler
çıkartılıp, iktisadi faaliyetleri zaman zaman askıya alınarak, İslami fetih
dönemine kadar göç veya Hıristiyanlaşma seçenekleriyle karşı karşıya bırakıldılar.[46] Kimi
zaman köleleştirildiler, malları ve çocukları ellerinden alındı.[47] Canlarını
kurtarmak için prenslere ve soylulara para ödediler.[48] Yine,
İslâm’ın bir kişinin kusuru yüzünden toplu bir cezalandırmayı yasaklayan
prensiplerinin hilafına, Hıristiyan topraklardaki bu Yahudiler, cemaat
bireylerinin sözde ya da gerçek kabahatleri yüzünden sık sık toplu
cezalandırmaya maruz kaldılar.[49]
İber
yarımadasının hemen hemen her yerinde Hıristiyan çoğunluğun baskısı altında yaşayan[50]
Yahudi toplumunun İber yarımadasının Müslüman fatihlerini gönülden karşılayıp
karşılamadıkları, onlara fetih sürecinde yardım edip etmedikleri tartışma
konusudur. Müslüman bir Berberi olan Tarık b. Ziyad’ı[51] İspanya’ya davet eden Gitişa’nın (Witiza)
evlatları yanında, bir Yahudi heyetinin de yer aldığını ve bunların İspanyol
Yahudilerinin Müslümanları beklediğini söylediği, fetihte Araplara her türlü yardımı yaptıkları, Arapların,
zulmü onlardan kaldırdığı, zımmî ehlinin bütün haklarını verdiği, iş kapılarını
onlara açtığı, vezirliğe kadar yükseldikleri
nakledilse[52]
bazı Yahudi tarihçilerin Tarık b. Ziyad’ı
kendi ulusal tarihlerinin kahramanlarından birisi olarak kabul ettikleri
bilinse de,[53]
Yahudilerin Araplarla temasa geçip, İspanya’ya sefer düzenlemeyi ihsas ettirdiğine
dair Arap kaynaklarından bir delil elimizde mevcut değildir. Ancak Yahudi yazar
Solomon Grayzel Yahudilerin fetih
sırasındaki tutumlarını aktarırken, “Yahudilerin, İspanya’nın ele
geçirilmesinde Muhammedilere gerçekten yardım edip etmedikleri bilinmemektedir.
Eğer bunu yapmışlarsa, kim onları suçlayabilir? (…) Kuzey Afrika’ya göç etmiş
hatırı sayılır miktardaki Yahudiler de evlerine döndüler. Müslümanlar şimdi
diğer İslâm coğrafyasında uyguladıkları Ömer Anlaşması’nı İspanya Yahudilerine
de tatbik ettiler.”, ifadelerine yer vermektedir.[54]
Kesin olan, İspanya’daki baskıcı Vizigot idaresinden ötürü, Tarık b. Ziyad’ın
sadece Yahudi toplumu tarafından değil, Hıristiyanlar dahil olmak üzere
buradaki bütün dinî gruplarca hoş karşılanmış ve destek almış olmasıdır. Bunun
sebebi Katolik Roderic’i bir zorba olarak gören ahalinin Müslümanlara kâfirler
olarak vergi vermek zorunda kalsalar da, istedikleri gibi ibadet etme
özgürlüğüne sahip olacaklarını bilmeleriydi.[55]
Vakıa, Araplar ya da Berberiler, İspanya’daki egemenliklerini kurarken, Hıristiyanların
ve Yahudilerin dinî vecibeleri yerine getirmelerine karışmamışlardır.[56] Bir şair fetih sonrası oluşan yeni düzeni
şöyle ifade ederken, Endülüs’ü, herkesin “kendi şarabını içip, incir ağacı altında
istirahat ederek” güven içinde yaşadığı bir ülke olarak tasvir eder.
Böylesi bir Endülüs o toprakları daha evvel terk eden Yahudileri yeniden cezp
etmiş, binlerce Yahudi Asya ve Afrika’dan göç edip, buraya yerleşmiş, Elyasana
gibi bazı şehirler, tamamen Yahudilerden oluşmuş ve böylelikle parçalanan aileler
birleşmiştir.[57]
Yahudilerin
yardımının düzeyi her ne olursa olsun, Müslümanlar İber yarımadasını
fethederken Yahudiler için şehir esaslı bir strateji izlemişlerdir. Onları
şehirlerin kalbi olan “kasaba” denilen,
şehrin yöneticisi ve karargâhının
bulunduğu mahallelere yerleştirmişlerdir.[58] Yeni kurulan kentlerde de onlar için ikamet
olanakları sağlanmıştır.[59] Yahudilerin
gettolaşmadan uzak, görülmemiş bir biçimde tamamen özgüven ortamında toplumun her
alanında genişçe bir yelpazede kendisini ifade edebilmesini sağlayan[60] bu
çok köklü ve büyük değişiklik ile Yahudilerin toplum dışına atılma ve dışlanma
durumu sona ermiş, Kilise tarafından sürdürülen baskıcı ortam ortadan kalkmış
ve Yahudiler her alanda muazzam bir seviye yakalamışlardır.[61] Dahası
Endülüs Yahudileri, Yahudi olmayan bir coğrafyada bir güç merkezi haline gelmiştir.[62]
Müslümanların
Yahudileri “kasabalar/kaleler” içine
almasının amacının, onları muhafızlık işlerinde kullanmak olduğu nakledilse de,[63]
bunun tek başına yeterli bir sebep saymak isabetli değildir zira fakihler,
Müslümanların gayr-ı Müslim komşularına iyi bir örnek olabilecekleri ve İslâm’ın
güzelliklerini sergileyebilecekleri gerekçesiyle, zımmîlerin Müslümanlar arasında
oturmalarına izin vermiş ve adeta özendirmişlerdir.[64] Böylelikle Müslümanlarla zımmîler arasında
komşuluk ve ortak yaşam tesis edilmiştir.[65] Yine
Yahudilerin o dönemde sahip oldukları bazı üstün özelliklerin onları
Müslümanlar için bir ihtiyaç haline getirdiği de gözden kaçırılmamalıdır. İbn
Havkal, “Endülüs’te medenileşmemiş
binlerce insanın bulunduğunu, bunların Hıristiyan dinîne mensup olduklarını”
zikrederken, dolaylı yoldan Yahudilerin niteliklerine atıf yapmıştır.[66]
Endülüs’teki Müslüman idare, tevarüs
ettiği tecrübe ile sosyal hayat ve ortak yaşamın vazgeçilmezi sayılan, inanç ve
düşünce bakımından farklı olan “diğerini
/ başkasını” tanıma, onun inanç ve düşünce özgürlüğünü kabul etme, toplanma, bir araya gelme, karşılıklı fikir
alış-verişinde bulunma imkânını var etmiş, bu üç dinin mensupları arasında
ortak yaşama alanı ve hoşgörü ortamı tesis edilebilmiştir. Bu haliyle Endülüs,
dinler arası fikir ve görüş teatisi ile kültürler arasında birbirinden
etkileşime sahne olmuştur.[67]
Arap dili temelli İslami idareyi yürürlüğe koyan Müslümanlar, bunun
karşılığında toprak ve araziyi sahibine bıraktı.[68] Endülüs’te
toprağın küçük parçalar halinde, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve
diğerleri arasında eşit bir şekilde dağıtılması, haraç vergisinin müsavi bir
biçimde uygulanması buradaki tarım kalkınmasının tetikleyicisi oldu ve ziraatı canlandırdı.[69]
İşin
doğası gereği bir Müslüman kentteki yerleşim modeli, dinî ve etnik grupları
ayırsa da, bir kentin öncelikle Yahudilerle meskûn bir sokağının ya da semtinin
bulunması bir aykırılık kabul edilmiyordu. O dünyada etnik ve dinsel grupların
ayrı yerleşimleri normaldi – gönüllü ve bütün topluma genelleşmişti. Dolayısıyla
çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu komşu semtte bir kötülük işareti atfedilmezdi.
Müslümanlar için Yahudi bir kentli, bir yenilik ve geleneksel otoritenin iktidarına
tecavüz sayılan bir organizmanın parçası olmaktan çok, toplumsal düzenin asli
bir bileşeni sayıldığından, şehirli bir Yahudi o yapının normal bir parçası
sayılıyordu.[70]
Gayr-i Müslimlerle toplumsal yaşamın
uyum içerisinde yürütülmesinin temelleri, “gayr-i
Müslimleri yöneticinin taşınır malı değil, tebası” telakki eden,[71] gayr-i
Müslimlerin inanç, yaşama ve ekonomik haklarını güvence altına alan 713 tarihli
anlaşmayla atılmıştır.[72]
Avrupa’nın
yazgısını şekillendiren Araplar/ Müslümanlar[73] Endülüs’te,
Roma’nın aksine, tartışmasız, dünyanın
en güzel yapılarından birisi olan Kurtuba Camii’nde[74]
sembolleşen yaratıcı ve hoş görülü bir şehir medeniyeti inşa etmişlerdi.[75] Kurtuba görkemliliği ve büyüklüğü yönünden
Bağdat ile rekabet edebilecek durumdaydı. Kentin 28’den fazla banliyösü, yüz binden
fazla konutu ve bir milyondan fazla nüfusu vardı; bu nüfusun 130.000’i ipek
dokumacılığıyla uğraşırdı. Yollar taşlarla döşenmişti ve gezinti yerleri
akşamları sayısız fenerlerle aydınlatılırdı. Avrupa’da adına kitaplık denebilecek tek yer
bulunmazken, Endülüs’te yetmiş büyük halk kitaplığı bulunuyor ve yalnızca
Kurtuba’daki kitapların sayısı 600 binlere ulaşıyordu. Yüksek okulların sayısı on yediydi.[76] Batı, kendi uygarlığının genel olarak Doğu’dan
özelde de İslam’dan ayrılması gerektiğini savunsa da,[77] Dante’nin
hocası Brunetto Latini örneğinde görüleceği üzere, Batılı aydınları etkileyen,[78] Yahudi
tercümanlar vasıtasıyla tercüme edilerek Avrupa’nın dört bir yanına ilim ve
irfan dağıtan Arapça eserler hep bu şehirlerden geliyordu.[79] İbni
Rüşd ve benzeri Müslüman alimlerin geliştirdikleri Yunan düşüncesinin yeni
yorumları bu yolla Batılı düşünürlere ulaşıyor ve Batı dilleri Arapçadan
etkileniyordu.[80]
Hatta bu etki Magrib’e yayılıyor ve Endülüs geleneğinin zirvesi sayılan İbni
Haldun’u yetiştiriyordu.[81]
Endülüs şehirlerinde Müslüman ve Yahudi din adamları sadece dini meselelerle
ilgilenmez, bilim ve sanatı da araştırırlardı.[82] Bu özgürlük ortamında hemen hemen eşit bir
ilişkiyle yan yana yaşayan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi toplumunda şiir
kadınları da içine alacak kadar güçlüydü.[83] Şehirler temizdi ve halk temizliğe önem
verirdi. Kurtuba’da başka hiç bir büyük kentte rastlanılmasına olanak bulunmayan
bir sayıda, tam 990 halka açık hamam bulunmaktaydı.[84] Vadi el-Kebir nehrinin kıyısında gece
fenerlerinin ışığında saatlerce gezilebilirdi. Şehirlerin çevresinde gelişen
hayat tarımda da yeni tekniklerin kullanılmasını sağladı ve Batı Hıristiyanları
bu sayede yeni tarım ve sulama tekniklerinin yanında, portakal, limon ve şeker[85]
gibi ürünleri öğrenmekle kalmadı, haritacılık ve astronomi için de doyurucu bir
temel edindiler.[86]
İbranice, Endülüs fethedildiği esnada dünya genelindeki Yahudi cemaatlerinin
arasında ihmal edilmiş bir konumdaydı. Bu dil günlük yaşamda kullanılmıyor ve
sadece ibadet mekânlarında dualar bazında işlev görüyordu.[87] Yahudiler kendi dillerinin kuralları hakkında
eser yazmaya Araplardan aldıkları eğitim ve kültürle başladılar[88] ve akabinde İspanya Ortaçağ boyunca, İbrani
araştırmalarının merkezi haline geldi.[89] Bu nedenle Endülüs (Sefarad / İspanya) Yahudiler
için ikinci bir Kudüs oldu. Buradan sürüldüklerinde, aynen “Kutsal Toprak”lardan sürüldükleri gibi
ağlayıp dövündüler.[90]
Yahudiler
yoğunluklu olarak bu bölgenin iki büyük kenti olan Kurtuba ve Tuleytula,
Beyyâne, Talabira, Medinet el-Ferec / Vadi el-Hicara ve Madrid gibi önemli kentlerde yaşamışlarsa
da,[91] Yahudiler
önemli kentlerinin yanı sıra, Endülüs’ün hemen hemen her beldesi ve köyünü
iskan etmişlerdir. Bazen bu yerleşimleri bir kaç aileyi kapsarken, bazen sadece
bir aile şeklinde sınırlı kalmıştır.[92]
Bunlar arasında, Rute,[93] Tutîle,
Tarasûna,[94]
Veşka,[95]
Laride,[96]
Burğoş,[97]
İşbiliye,[98]
Maride,[99]
Karmûna,[100]
Leble, Batalyevs / Betelyoso,[101] Şenterin,
Lizbon, Bace (Béja),[102] Elyasana,[103] Ceyyan,[104]
Ronda,[105]
Beccane, Vadî Aş, el-Ceziratu’l-Hadrâ,
Kalşâne / Kalsâne,[106]
Dâniye,[107]
Mürsiye[108]
akla ilk gelenlerdir.
Müslümanların
egemenliği ve himayesi altında yaşayan Yahudi toplumu için Müslüman emir ve
halifeler, özel bir yasa çıkarmamışlardı.[109] Hıristiyanların
kendilerine özgü kanunları bulunduğu gibi, Yahudilerin de kendilerine has
yasaları ve yargıçları vardı. İslâm yönetimi Yahudilere büyük bir idarî
özerklik vermiş, onların içişlerine karışmamış, cemaatin kendi kendinî
yönetebilmesi maksadıyla büyük bir özgürlük ortamı tanımış, sevk ve idare
hakkını onlara bahşetmiştir. Yahudi
cemaati “devlet içinde devlet” veya “şehir içinde şehir” gibiydi.[110] İslâmî
yönetim, bunların işlerine karışmazdı. Bilakis Yahudi cemaati, kendi
mahkemelerinin verdikleri kararı yerine getirmeye yükümlüydü.[111] Yahudiler
de ödedikleri cizye karşılığında, Mustâribler
gibi, dinî ibadetlerini yerine getirebilme gibi her türlü medeni haklarına
sahiptiler.[112]
İslâmî yönetim Yahudi yargıçlara kendi cemaatlerinin
işleyişi ve idaresi hakkında önemli ve geniş yetkiler tanımıştı. Bu yargıçların
medeni ve asliye hukuk alanlarında ve idam cezasını verebilen ağır ceza davalarında
küçümsenmeyecek imtiyazları vardı. Yahudilerin kendilerine has cezaevleri
mevcuttu. Davalılar davalar başlayıncaya dek burada gözetim altında tutuluyordu.
Veyahut cemaatin erkine ve gücüne karşı çıkan Yahudi cezasını çekmek maksadıyla
buraya konuluyordu. Kısacası tutukevi, cemaatin kendi egemenliğini tesis
etmenin bir başka boyutuydu.[113] Müslümanlar
ile Yahudiler arasındaki sorunlar İslâm Mahkemelerine havale edilirdi[114]
ancak Yahudilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları ise tarafların tercihine
bırakılırdı. Müslüman veya Yahudi mahkemesine gitme konularında özgürdüler.[115]
Yahudileri,
Romalıların kent konseyleri uygulamasından aldıkları “Cemaat Meclisi” (Vaad
Hakahila) adı verilen, İslâm öncesinden gelen ve bütün Yahudi cemaatlerinde
görülen bir kurum olan önemli bir idarî organ yönetirdi. Yahudilerin bulunduğu
her şehirde kain olan bu organın yedi kişiden müteşekkil üyeleri, Yahudi
takvimi baz alınarak bir yıllığına seçilirlerdi. Meclis’in başkanı cemaatin en
yaşlısı arasından seçilir, cemaatin sosyal ve ekonomik durumlarını gözetirdi.[116] Yahudi
toplumunun işlerinin tedvini için gereken para cemaat içinde alınan ve “Mauna” olarak isimlendirilen vergilerle
sağlanırdı. Kesilen hayvanlardan, içkilerden ve bazen mahkeme belgelerinden
alınan bu vergi Endülüs Yahudi cemaatinin asırlarca süren önemli bir gelir
kalemiydi. Hahamların, hezzanın, öğretmenlerin ve cemaat idaresinin
gözetimindeki eğitim ve öğretim birimleri mensuplarının maaşları buradan
karşılanırdı. Yargıçlar, mahkeme kâtipleri ve çalışanlarının maaşları için de
özel bir vergi tahsis edilirdi.[117] Her
şehirde bir Yahudi, kendi cemaatine ait cizyeyi toplamak, bunları taksim etmek
ve yönetime sunmakla mükellef kılınırdı.[118]
Müslüman
dünyasındaki Yahudilerin okuryazarlık oranı, Hıristiyanlar arasındaki
Yahudilere göre daha yüksekti. Öğretmenlerin parası, cemaat veya ebeveynlerce
ödenirdi.[119]
Küçüklere eğitimi vermek cemaatin sorumluluğundaydı. Eğitim hahamların eskiden
beri uyguladıkları kurallar çerçevesinde çocuklar altı yaşına girdiğinde
başlıyordu. Özel yetenekli çocuklar ise bu yaşa varmadan özel okullara
gönderiliyorlardı. Dinî mekânlar eğitim alanı olarak da kullanılıyordu. Eğitim ve kültürün dili, müşterek iletişim
kaynağı ve IX. asrın başlarında resmi belgelerin dili[120] olan
Arapçaydı. Endülüs Yahudileri her ne kadar İbraniceye ehemmiyet vermiş, bazı
İbrani şair ve edebiyatçılar çıkarmışsalar da, aralarındaki cari dil Arapçaydı.[121]
İçeriği
ve ele alınan konuları itibariyle Ortaçağlarda Avrupa’nın en güçlü ve kuvvetli
Yahudi eğitimi başta el-Farabi olmak üzere Müslüman alimlerden alınan madde ve
usullerle Endülüs’te icra edilse de,[122] eğitimin
bütün evreleri sadece erkek çocuklarına aitti. Bütün erkekler, eğilimlerine
uygun eğitim almalıydılar. Ortaçağ’ın en büyük Yahudi düşünürü Endülüs’lü İbn
Meymun (Maimonides) kadınların eğitiminin şart olmadığını, ancak, gördükleri
takdirde değer kazanacaklarını söylüyordu.[123] Anne
kız çocuklarına sadece eğirme, büğürme ve diğer ev işlerini öğretirdi.[124]
İslam’la
olan bağlantısı sayesinde Akdeniz ticaret ağı içinde kalan Güney İspanya’da,[125]
aslında tarım ehli sayılan ve ticareti Babil sürgünü sırasında Babillilerden
öğrenmiş bulunan Yahudiler tüccar bir millete dönüşmüşlerdi[126]
ve Avrupa’nın belli başlı merkezlerini kucaklayan bir acente ağı yoluyla uluslararası
ticaretin hatırı sayılır bir kısmını kontrol ediyorlardı.[127] Endülüs Yahudileri de ticaret ve bankacılık
faaliyetinin[128]
yanı sıra terzi, ciltçilik, iplikçilik, dokumacılık, kumaş boyacılığı, dericilik,
sağlık teknisyenliği (hacamat yapmak), seyyar satıcılık, sütçülük ve ayakkabıcılık
gibi muhtelif meslek ve alanlarda boy göstermişlerdir. Yine içki üretimi de bunlardan
birisiydi. Müslümanlar, askeri ya da bürokratik mesleklerin haricinde Yahudileri
mesleki kısıtlamalara tabi tutmamış olmakla birlikte, çeşitli nedenlerden
dolayı, Yahudilerde bazı meslekleri yeğlemek, bazılarından ise uzak durmak
yönünde bir eğilim vardı.[129] Mahir
oldukları ticarette Yahudiler Müslümanlarla birlikte tekel halindeydiler.[130] Endülüs
Yahudi tüccarların en iyi kar elde ettikleri ticari faaliyetlerinin başında, Endülüs
pazarındaki üçüncü önemli meta olan[131] köle
ticareti geliyordu. Kuzey İspanya, diğer Avrupa, Slav ve Karadeniz
sahillerindeki ülkelerden satın aldıkları genç kız ile erkek çocuklarını Endülüs
pazarlarına sürüyorlardı.[132]
Öyle ki, Frank (Avrupa), Galicia ve Sekalibe asıllı kız ve erkeklerden
müteşekkil köleler Endülüs’ün nişanelerinden birisi olmuştu. Yeryüzündeki hadımlaştırılmış
her Sekalibe köle Yahudi tüccarlarca hadımlaştırılarak pazara sürüldükleri
Endülüs’ten gelirdi.[133]
Endülüs’te
zımmî görevliler devlet kurulduğundan beri çalıştırılmış olsalar da,[134] X.
asra kadar Yahudiler yönetimde pek görünmezler. Bunun nedeni Arap yönetici
birimlerinin çok güçlü ve sağlam olmasıdır. İstisnalar çok azdır.[135] XI.asırda
başta Mülûkü’t-tavâif yönetimlerinin başkentlerinde ve saraylarında gösterilen
hoşgörü nedeniyle yönetimde üst mertebelere tırmanmanın imkanlarına kavuştular.[136] Bu
görevlere getirilen bazı kişilerin sorumsuzluk örneği teşkil eden davranışları Müslümanları
öfkelendirmiştir. Nitekim Yusuf Hanagid’in Müslümanların mukaddes değerlerine
hakaret etmesi, Gırnata’daki Yahudi karşıtı bir ayaklanmaya sebep olmuştur.[137] 1066
yılında yaşanan bu olay bir Yahudi’nin hatası sebebiyle bir cemaatin topluca
cezalandırıldığı tek vakadır.[138] Ancak
Yahudilerin yaptığı araştırmalar da Yusuf’un el-Meriyye’de kendisinin kralı
olacağı bir Yahudi devleti kurmak istemesinin bu sonuca yol açtığı vurgulanır.[139] Nitekim
Endülüs’ün 1075 yılları civarındaki genel bir haritasını gözler önüne seren
el-Kerdebûs : “Müslümanların işlerini
Yahudilere havale ettiler. Bu konuda isyankâr davrandılar. Yahudilerden
hacipler, vezirler ve katipler seçtiler.”, diyerek yönetimi eleştirmiştir.[140]
El Kerdebus’un eleştiri oklarına
neden olan zımmi Yahudilerin yönetime alınma süreci bilindiği kadarıyla, Arapça,
İbranice, Latince, Rumca ve İspanyolca gibi dilleri bildiğinden kendisine
diplomatik görevler tevdi edilen ve ve dış ticaret sorumluluğuna getirilen Hasday
ile başlamıştır.[141] Hasday,
Endülüs’te meydana gelen bilim, sanat ve kültür alanındaki kalkınma kervanına
Yahudileri sokmuş, Müslüman yönetici ve zenginlerin âdetini uygulayarak Yahudi
bilim ve sanat erbabını kendi sarayında toplayıp destek vermiştir. Bu nedenle Yahudiler,
bu dönemdeki kültürel gelişmeyi “Yahudi
kültürünün altın çağı” diye nitelemişlerdir.[142]
Bir
diğer sima gayri meşru yollarla muazzam bir servet edinen ve yapılan
soruşturmada bu suçlamaları doğrulanan Samueldir. Samuel önce cezalandırılsa
da, ağır bir tazminat ile serbest bırakılmış ve bir süre sonra yine göreve
alınmıştır. 1027’de “Nagid” unvanını alıp Endülüs Yahudilerinin başkanı seçilen
Samuel 1028 yılında Gırnata Emirliğindeki bütün Yahudilerin cizye sorumluluğuna
atanır. 1030’ların başında maliye veziri olan Samuel Endülüs’te vezirlik
payesine eren ilk Yahudi idi.[143]
Samuel’in
ardından bu göreve, çocukluğundan beri bunun için hazırlanan oğlu Yusuf gelir.
Yusuf b. Samuel Gırnata’nın önde gelen veziridir. Henüz 21 yaşını geçmemişken
Yahudilerden cizye toplama sorumlusu ve Gırnata’daki Yahudi cemaatin başkanı
yani “Nagid” oldu. Böylelikle Yahudi cemaatin hem dünyevi, hem de ruhani lideri
haline geldi.[144]
Yusuf devletin en yüksek makamlarına getirdiği ve etrafına topladığı büyük Yahudi
kitlesi ile birlikte yaptığı hareketlerle adeta kanunun üstünde olduğunu izhar ediyordu.
Müslümanların ve çevresindekilerin inanç ve duygularına aldırmayan, kibirli bir
kişiliğe sahipti. Kendisine övgü dolu kasideler yazan Arap ve Yahudi şairleri
maddiyata boğuyordu.[145] Kurduğu
bir istihbarat ağı sayesinde Emir’in sarayında cereyan eden her şeye vakıf
oluyordu.[146]
Kendisini içkiye veren Emir Badis, kalpleri kırılan devlet adamlarının bir
çoğunu kaybedince, Yusuf, içkiden başını kaldırmayan Badis’in devletine egemen
olmuş ve Gırnata emirliğinin fiili hakimi haline gelmiştir.[147]
Haklarında
az bilgi bulunan diğer Yahudi yöneticiler ise şunlardır: Ebû’l- Hasan (Samuel)
b. Muvaril, tabip ve vezir Ebû İshak (Abraham) b. Basah (Baezalı), Sarakusta’lı
meşhur tabip Ebû’l-Hasan b. Kamaniel’in akrabası Meir b. Kamaniel. Bunlardan
sadece İşbiliye’li vezir İbrahim (Abraham) b. Meir b. Muhacir hakkında bilgi
mevcuttur. O Gırnata hahamı Davûd b. Muhacir’in akrabasıdır. İbn Şurtmekaş
(Shortmeqash) diye de bilinen Abraham b. Meir’in iki kardeşi de “Nasi” olarak
tavsif edilmiştir. Bu iki kardeşin bazı resmi görevler ifae ettikleri anlaşılmaktadır.
İbn Azra ailesinden gelen birçok Yahudi de XII. asra kadar nesiller boyunca İslâm
devletlerinde ve emirliklerinde yüksek mevkilere getirilmişlerdir.[148]
Tüm bu süreçte Müslümanların hizmetinde görev alan Yahudilerin bir kısmı bildikleri
yabancı diller sayesinde Endülüs’ün hem iç hem de dış hadiselerine müteallik
ilişkilerde diplomasi alanında boy göstermişlerdir. Yahudilerin bazen kişi bazında
değil bir heyet biçiminde diplomatik alanda ortaya çıktıkları da vaki olmuştur.[149]
Yahudilerin sunduğu bu diplomatik hizmetten hem Müslümanlar hem de Hıristiyan
idareler istifade etmiştir. Bu anlamıyla Yahudiler her iki taraf için de bir
ihtiyaç idi ve her iki tarafça da istihdam ediliyorlardı.[150] Jacques Attali, Hıristiyan Avrupa’nın niteliklerinden
ötürü Yahudilere olan bu ihtiyacı için onlara diş bilediğini zira Yahudilerin
varlığının Hıristiyanlığın Avrupa doğumlu olmadığının işareti olduğunu
düşündüklerini ifade eder.[151]
Endülüs’te Müslümanlarla Yahudiler
arasındaki ilişkinin birbirine bağlantılı olması Yahudilerin İslâm toplumuyla
süratle kaynaşmasını sağladı.[152] Özgür bir ortamda kendi ibadet ve sosyal
hayatlarını idame ettiren Yahudiler çevrelerindeki güçlü İslâm medeniyeti ve
Arap kültüründen oldukça etkilendiler.[153] Tarih boyunca milli dillerine asla yakın bir
şekilde bağlanmayan Yahudiler,[154] Arapların
dilini ve elbisesini alıp onlar gibi giyinerek İslâm medeniyetinin kültürel
kodlarını da sahiplendiler.[155] Müslümanlarla
Yahudiler arasındaki uyumun her şeye hakim olduğu bu dönemde bir Yahudi bir
Arap’tan ayırt edilemezdi.[156] Öyle
ki, Endülüs Yahudilerinin çoğunluğu İbraniceyi bilmiyor ve konuşmuyordu. Solomon
İbni Gabrial örnekliğinde görüleceği üzere birçok Yahudi mütefekkir ve edibin
yazdıkları kitap ve şiirlerinde [157]Yahudi
terimlerin yerine İslâmî terimleri kullanacak kadar Arapçanın tesirinde kalmıştır.[158] Hıristiyanlık kültürünün zenginleşmesine de
katkı sağlamaları açısından çok büyük öneme sahip fikirlerin üretilip
geliştirildiği[159]
bu dönemin Arapça yazan önde gelen Yahudi simalarından İbn Meymun, daha sonra
Thomas Aquinas’ı geniş ölçüde etkileyecek olan, Yahudi inancının felsefi bir
çözümlemesini sunmayı başarmıştır.[160] Arap dili ve kültürünün etkisi bununla
kalmamış, birçok Yahudi ihtida etmiş ve bir kısmı da Müslüman olarak görünse de
ev hayatında Yahudilik adetlerini/ inancını sürdürmüştür.[161] Tıp
ilmi ise Yahudilerin Müslümanların tesirinde kaldığı en önemli alandı. Zira
bunun sayesinde özellikle halifeler ve sultanlar nezdinde olmak üzere yönetimde
mühim yerleri işgal edebilmişlerdir.[162]
Yahudiler,
kaderlerini Müslüman hâkimiyetine bağlayan ve hayatın bütün alanlarında onların
sadık yardımcıları olan,[163] zaman zaman vergilerden dolayı çıkardıkları
mahalli eylemlerden öteye geçmeyen hadiseler denebilecek ayaklanmalar dışında siyasî
hareketlere katılmaktan imtina eden ve bunun için takdir gören[164] sadık
bir cemaatken[165]
Yahudiler ile Müslümanlar arasındaki bu uyumun niçin ve nasıl bozulduğu bir
tartışma konusudur. Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki krizlerin Yahudileri
de kendi girdabına çektiğini düşünenler olduğu gibi[166] varlıklarını sürdürebilmek amacıyla, güçlünün
ve istikbal vaat edenin yanında yer almak zorunda kaldıklarını söyleyenler de
vardır. Bunlara göre, Yahudiler ince bir siyaset takip ederek, kendileri
açısından ciddi bir tehlike arz etmediği sürece, kurulu düzenin yanında yer
almışlardır. Nitekim IX.yüzyılın ikinci
yarısındaki “büyük fitne” olarak
vasıflandırılan iç savaşlara toplumun diğer bütün kesimleri katıldığı halde,
sadece bu cemaat dışarıda kalmış ve devletin yanında yer almıştır.[167] Kilise ve Katolik krallar, Müslüman Emirlerin
orduları güçlü ve iyi örgütlüyken izin vermedikleri şeye,[168]
Endülüs’ü tasfiye etmeye, İslamiyet’in Avrupa’daki uzun tarihine son vermeye,
Hıristiyan kıtayı bu “asalak”lardan
arındırmaya kendilerini hazır hissedip,[169] Müslümanlar
ile Hıristiyanlar arasında ilk çatışmalar başladığında ise, Yahudiler, kendilerini
saldırganların emrine amade kıldılar. Müslümanlara fetih sırasında gösterilen
yardımın aynısını, Hıristiyanlara sundular.[170] Reconquest sürecinde, Hıristiyanların bazı
Yahudilerden yararlandıkları ve yardım aldıkları görülmüştür. 20 ay süren bir
kuşatmadan sonra işgal edilen Belensiye’de şehirdeki Yahudiler, Hıristiyan
ordunun safında yer alırlar.[171]
Bazıları Yahudi cemaatinin öngörülü liderlerinin Müslüman krallığın batmakta olduğunu
düşünerek İspanya Yahudi cemaatinin geleceği için planlar yapmaya başladığını
ve kendi geleceklerini Kastilya krallığının yanında aradıklarını öne sürerler.[172] Yahudilerin
saf değiştirmeleri konusunda Hüseyin Munis ise şu değerlendirmeyi yapar: “Endülüs’te Müslümanların konumu
zayıflayınca, Yahudiler, hemen karşı safa geçip Kastala, Leon, Katalan ve
Aragon kontlarının ajanları ile adamı durumuna dönüştüler. Araplara yönelik
düşmanca saldırılarda ısrarlı tavır sergilediler. Kral VI. Alfonson’a Müluk-i
Tavaif meliklerinin zaaflarını ve Müslümanların zayıf noktalarını İspanyollara
bildirdiler.”[173]
Hıristiyan
krallar da, Yahudilerin kendilerine yaptıkları maddi yardımları ikrar etmekten
çekinmemişlerdir. Yahudiler Reconquest
sürecinde finans sektöründe çalışmışlar ve Kilise ile işbirliği yapmaktan
imtina etmemişlerdir.[174]
Yine Yahudiler, Reconquest sürecinin başlangıcından
1492’deki sürülmeye değin başta Kastilya olmak üzere, bütün krallıklarda bakan,
kraliyet danışmanı, devlet çiftliklerinin kahyalığı, askeri harekatın mali
destekçiliği, veliaht ve diğer prenslerin en büyük bağışçısı gibi alanlarda rol
almışlardır.[175]
Süreci tetikleyen unsurlar her ne
olursa olsun, Endülüs’ün yıkılışı Yahudi cemaati için “altın çağ”ın sonu
olmuştur. Bundan sonra bir yüz yıl boyunca Yahudilerin gördüğü tek şey
Engizisyon Mahkemeleri’dir.[176]
Sonuç
Yahudilerin
İber yarımadasındaki 1.200 yıllık tarihleri içinde İslami Endülüs dönemi
birlikte yaşam tecrübesinin belki de doruk noktasını oluşturur. Dönemin Yahudi
toplumunun vermiş olduğu hizmet bugünün Avrupa’sının oluşmasında önemli bir rol
oynasa da, bu tecrübeye istinaden olsa gerek, Yahudiler 1492 sonrası Hıristiyan
Avrupa ülkelerinden ziyade Müslüman ülkelere göç etmişlerdir.
Bugün,
Aşkenaziler ile kıyaslandığında, Endülüs’ün Seferad Yahudilerinin torunlarının
etkisi yok denecek kadar azdır. Belki de bundan mütevellit Yahudiler Siyonist
ideolojinin çatışmacı diline mağlup olmuş ve geçmişte kendilerinin de “altın
çağ” olarak tanımladıkları bir medeniyeti var ettikleri Müslümanlara karşı
ümitsiz bir savaşa girişmişlerdir. Bugünün Yahudileri yeni bir dil inşa
edebilmek üzere tarihin tozlarının örttüğü bu kitabı yeniden açmalı ve
girdikleri fasit daireden çıkabilmek için bu kitaptan ipuçları bulmalıdırlar. Müslümanları
katledilmesi gereken paganlar değil, yeniden Nuhiler saymaya başlamak onlar
açısından atılması gereken belki de ilk adım olacaktır.
Bugünün
dünyasını oluşturan tüm medeniyetler herkese huzur ve refah getirecek bir dili
hakim kılabilmek ve “anlama”nın kapısını aralayabilmek adına ön yargılardan
arınmış bir şekilde tarihi ve anı karşılıklı bir şekilde okumaya başlamalıdır.
Elzem olan budur.
KAYNAKÇA
ATTALİ
Jacques, 1492, İmge Yayınları, Ankara, 1999
BLECH Rabi
Benjamin, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, Gözlem Yayıncılık, İstanbul, 2003
DEMİRCİ Kürşat,
Yahudilik ve Dini Çoğulculuk, Ayışığı Kitapları, İstanbul, 2005
FARUKİ İsmail R. – FARUKİ Luis L., İslam
Kültür Atlası, İnkılab Yayınları, İstanbul, 2014
GARAUDY Roger,
İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Türk Edebiyatı Vakfı, İstanbul, 2011
GARAUDY
Roger, İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005
GOİTEN Şlomo Dov,
Yahudiler ve Araplar, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011
GOODY Jack,
Tarih Hırsızlığı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012
GÖÇMEN Akif,
Yahudi-Müslüman Diyalogunun İmkânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara, 2010
GÜRKAN Salime Leyla,
Ana Hatlarıyla Yahudilik, İSAM Yayınları, İstanbul, 2014
HODGSON M.G.S., İslam’ın
Serüveni , İz Yayıncılık, İstanbul, 1995
İLHAN Sinan,
Endülüs’te Yahudiler, Kabul Edilmiş
Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2006
ROBERTS J. M.,
Avrupa Tarihi, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2010
YAŞAROĞLU Abit,
Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2013
[1] Sinan İlhan,
Endülüs’te Yahudiler, Kabul Edilmiş Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü,
Ankara, 2006, s:44
[2] İlhan, s:8
[3] İlhan, s:22
[4] İlhan, s:57 ve
devamı
[6] Roger Garaudy,
İlahi Mesajlar Toprağı Filistin, Türk Edebiyatı Vakfı, İstanbul, 2011, s:72
[7] Garaudy, İlahi
Mesajlar Toprağı Filistin, ss:72-73
[8] Rabi Benjamin
Blech, Nedenleri ve Niçinleriyle Yahudilik, Gözlem Yayıncılık, İstanbul,2003,
s:35
[9] Abit Yaşaroğlu,
Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2013, s: 16
[10] Salime Leyla
Gürkan, Ana Hatlarıyla Yahudilik, İSAM Yayınları, İstanbul, 2014, s:15
[11] Şlomo Dov
Goiten, Yahudiler ve Araplar, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011, s:21
[12] Goiten, s:22
[13] İlhan, s:34
[15] İlhan, s:24
[16] İlhan, ss:26-27
[17] İlhan, s:28
[18] İlhan, s:27
[19] İlhan, s:29
[20] İlhan, s:28
[21] İlhan, s:30
[22] İlhan, s:31
[24] İlhan, s:182
[25] Jacques Attali,
1492, İmge Yayınları, Ankara, 1999, s:40
[26] İlhan, s:181
[27] İlhan, s:182
[28] Garaudy, İlahi
Mesajlar Toprağı Filistin, s:74
[29] Roger Garaudy,
İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları,
İstanbul, 2005, s:34
[30] Gürkan, s:15
[31] Blech, s:68
[32] Akif Göçmen,
Yahudi-Müslüman Diyalogunun İmkânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara, 2010, s:VI
[33] İsmail R.
Faruki – Luis L. Faruki, İslam Kültür Atlası, İnkılab Yayınları, İstanbul,
2014, s:84
[34] Göçmen, s: VII
[35] Faruki İsmail
R. – Faruki Luis L., s:243
[36] Göçmen, s:XI
[37] Göçmen, s:XII
[38] Yaşaroğlu, s:35
[39] Göçmen, s:XIII
[41] Göçmen, s:8
[42] Kürşat Demirci,
Yahudilik ve Dini Çoğulculuk, Ayışığı Kitapları, İstanbul, 2005, Önsöz
[43] Goitein, s:25
[44] İlhan, s:60
[45] Attali, s:41
[46] İlhan, s:32
[47] Yaşaroğlu, s:36
[48] Demirci, s:42
[49] İlhan, s:124
[50] İlhan, s:61
[52] İlhan, s:63
[53] İlhan, s:64
[54] İlhan, ss:35-36
[55] İlhan, s:66
[56] İlhan, s:169
[57] İlhan,
ss:175-176
[58] İlhan, s:61
[60] İlhan, s:173
[61] İlhan, ss:40-41
[62] İlhan, s:41
[63] İlhan, s:62
[64] İlhan, s:204
[65] İlhan, s:170
[66] İlhan, s:138
[67] İlhan, s:168
[68] İlhan, s:169
[70] İlhan, s:203
[71] İlhan, s:37
[72] İlhan, s:40
[73] J. M. Roberts,
Avrupa Tarihi, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2010, s:174
[74] Roberts, s:149
[75] Attali, s:36
[76] İlhan, s:505
[77]Jack Goody,
Tarih Hırsızlığı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012, s:283
[78] Goody, s:351
[79] Goody, s:280
[81] M.G.S. Hodgson,
İslam’ın Serüveni , İz Yayıncılık, İstanbul, 1995, Cilt 2, s:522
[82] Goody, s:288
[83] Goody, s:320
[84] İlhan, s:281
[85] Roberts, s:150
[86] Roberts, s:229
[87] İlhan, s:518
[88] İlhan, s:519
[89] İlhan, s:520
[90] İlhan, s:174
[91] İlhan, s:204
[92] İlhan, s:240
[93] İlhan, s:218
[94] İlhan, s:219
[95] İlhan, s:220
[97] İlhan, s:222
[98] İlhan, s:223
[99] İlhan, s:224
[100] İlhan, s:225
[101] İlhan, s:226
[102] İlhan, s:227
[103] İlhan, s:230
[104] İlhan, s:233
[105] İlhan, s:234
[106] İlhan, s:236
[107] İlhan, s:237
[108] İlhan, s:239
[109] İlhan, s:198
[110] İlhan, s:183
[111] İlhan, s:199
[112] İlhan, s:196
[113] İlhan, s:194
[114] İlhan, s:194
[116] İlhan, s:188
[117] İlhan, s:196
[118] İlhan, s:70
[119] İlhan, s:320
[120] İlhan, s:328
[121] İlhan,
ss:325-326
[123] İlhan, s:266
[124] İlhan, s:331
[125] Goody, s:91
[126] Goitein, s:141
[127] Goody, s:130
[128] İlhan, s:442
[129] İlhan, s:431
[130] İlhan, s:432
[131] İlhan, s:492
[132] İlhan, s:489
[133] İlhan, s:490
[134] İlhan, s:132
[136] İlhan, s:69
[137] İlhan, s:132
[138] İlhan,
s:124-125
[139] İlhan, s:113
[140] İlhan, s:133
[141] İlhan, s:78
[142] İlhan, s:79
[144] İlhan, s:99
[145] İlhan, s:103
[146] İlhan, s:104
[147] İlhan,
s:109-110
[148] İlhan,
s:135-136
[149] İlhan, s:160
[150] İlhan, s:164
[152] İlhan, s:199
[153] İlhan, s:247
[154] Goitein, s:67
[155] İlhan, s:271
[156] İlhan, s:170
[157] Goody, s:327
[158] İlhan, s:511
[159] Roberts, s:229
[160] Hodgson, clt 2,
s:350
[161] Attali, s:42
[162] İlhan, s:607
[163] İlhan, s:141
[164] İlhan, s:142
[166] İlhan, s:140
[167] İlhan, s:152
[168] Attali, s:37
[169] Attali, s: 36
[170] İlhan, s:153
[171] İlhan, s:156
[172] İlhan, s:157
[173] İlhan, s:158
[175] İlhan,
ss:166-167
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder