Translate

17 Ekim 2007 Çarşamba

* CEZA MUHAKEMELERİNDE BİR ŞEKİL UNSURU OLARAK AYAKTA DİNLEME HALİ

Ceza muhakemesinde duruşmanın idaresi vazifesi reise verilmiştir.(C.M.U.K madde 231) Reis taraflar arasında eşit mesafede durarak sağlıklı, kontrol edilebilir, adil bir muhakemeyi yürütmekle mükelleftir. Bu vazife en genel anlamıyla salonun idaresini de şamildir.
Ceza muhakemesinde duruşmanın idaresi vazifesi reise verilmiştir.(C.M.U.K madde 231) Reis taraflar arasında eşit mesafede durarak sağlıklı, kontrol edilebilir, adil bir muhakemeyi yürütmekle mükelleftir. Bu vazife en genel anlamıyla salonun idaresini de şamildir.

Duruşma salonunu reis ekseninde ele aldığımızda, iddia makamının hazır olmasının gerekmediği haller hariç, reisin sağında, reis ile aynı kürsüde iddia makamını; kürsünün önünde zabıt katibini, kürsünün karşında sanık ve biraz açığında da müşteki/müdahil ve müdafi için ayrılan yerleri görmekteyiz. Müşteki reise göre her zaman sağda ve müdafi de solda yer almaktadır. Bu tabloda muhakemenin tarafları iddia makamı, müşteki/müdahil ve sanıktan oluşmaktadır.

Ceza muhakemeleri usulü bir takım işlemlerin yapılarak muhakemenin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini amaçlamaktadır. Bu muamelelerin bir kısmı şekli unsurlar içermekte, bu şeklin ifası uygulamada bazı sorunların yaşanmasına sebep olmaktadır. Bunun ana sebebi bu tür işlemlerin muhatabının kim olduğu konusundaki anlaşmazlıktır. Bir başka ifadeyle muhakeme esnasında salonda yapılması gereken şekli işlemler sadece tarafları mı ilgilendirmektedir yoksa salonda hazır olan herkes bu şekle riayet etmekle mükellef midir ? Bu soruya vereceğimiz cevap bu tür işlemlerin sadece taraflara yükümlülük getireceği şeklinde olduğunda iddia makamı, müşteki/müdahil ve sanık dışındaki kimselerin hareketsizliğini, aksi halde tüm salonun belli bir şekli gerçekleştirmek zorunda olduğunu kabul etmiş olmaktayız. Bu çalışma, şekli işlemlerden birisi olan “ayakta dinleme”yi açıklamayı amaçlamaktadır.

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu iki işlemin gerçekleştirilmesi esnasında “ayakta dinleme”yi açıkça öngörmektedir. Bunlardan birincisi şahidin yemini iken ikincisi ise hüküm fıkrasının dinlenmesidir.

C.M.U.K madde 57 “Yeminin Şekli” yan başlığını taşır. Bu maddenin son cümlesi; “Yemin verilirken herkes ayağa kalkar.” hükmünü va’z etmektedir. Buradan çıkan sonuç yemin verilirken salonda hazır bulunan herkesin ayağa kalkması, bu maddede belirtilen yemin metnini 58.madde uyarınca tekrarlayan veya okuyan şahidin yemini bitene dek onu ayakta dinlemesi gerektiğidir. Bu durumda reis yemin verilmesinden önce salonda sükuneti tam olarak sağlamalı, şahidi taraflar için önem arz eden bu ana ruhen hazırlamalı, onu günlük hayatın akışından koparmalı ve ona adaletin tesisine yardımcı olmak için hazır olduğu hissini vermelidir. Küçük bir ayini andıran bu şekil unsurunun amacı da budur.

Yeminin şekli konusunun düzenlendiği bir diğer madde, C.M.U.K madde 72’dir. Bu maddede kanun koyucu ehlihibre (bilirkişi) tarafından edilecek yemini düzenlemektedir. Bu maddedeki düzenleme sadece yemin metnini şamildir. Ancak 7. Faslın başında, 65.madde ile kanun koyucu; “Altıncı faslın aşağıda yazılı maddelere mugayir olmayan hükümleri ehlihibre hakkında dahi caridir.” demek suretiyle şahitlere ilişkin hükümlere genel bir yollama yapmış bulunmaktadır. Bundan da ehlihibrenin yemini esnasında dahi hazırunun ayağa kalkmasının icap ettiği sonucuna varmak mümkündür.

Şekil unsuru olarak “ayakta dinlemenin” görüldüğü diğer bir işlem C.M.U.K madde 261’de yer almaktadır. Bu madde hüküm fıkrası ile ilgilidir ve “Hüküm fıkrası ayakta dinlenir.” ifadesine yer vermektedir. Bilindiği üzere hüküm muhakemenin bittiğini, artık mahkemenin karara varıp davayı sonuçlandırdığını bildiren kararları ifade etmektedir. Bu cümleden olarak, sanığın beraatine veya mahkûmiyetine, davanın reddine veya düşmesine ve muhakemenin durmasına dair kararların hüküm olduğunu C.M.U.K madde 253 uyarınca söyleyebiliriz.

Hüküm fıkrası dinlenirken ayağa kalkma mecburiyeti olanlar kimlerdir? Madde metninde bu konuda bir açıklık yoktur. Yine kanun koyucu başka bir fasla atıf yapmış da değildir. Bu durumda hüküm fıkrasını “ayakta dinleme” mecburiyeti olanların davanın tarafları olduğunu kabul etmemiz gerekecektir. Davanın taraflarından kastımızın iddia makamı, müşteki/müdahil ve sanık olduğunu yukarıda belirtmiştik. Davanın tarafları ile olan vekalet ilişkisi de göz önünde bulundurulduğunda müşteki/müdahil vekili ile sanık müdafii/vekilinin pozisyonunu nasıl değerlendirmeliyiz. Kanaatimce, müşteki ve sanığa tahmil olunan şahsi mükellefiyetler ve avukatlık mesleğinin öngördüğü özel haller dışında usuli işlemlerde vekillerin de taraf gibi değerlendirilip belli bir şekle uymaları gerektiğidir. Bir başka ifade ile vekiller de salonun idaresini ve muhakemenin sıhhatle ilerlemesini amaçlayan usuli işlemlere uymalıdır.

Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu kapsamında yaptığımız ve şekil olarak “ayakta dinleme”nin kabul edildiği halleri tespit ettiğimiz bu çalışmanın mef’ul-i muhalifinden çıkan sonuç bu hallerin dışında ne tarafların ne de hazırunun ayağa kalkmasını gerektiren her hangi bir işlemin olmadığı gerçeğidir. Kanaatimizce buna sanığın ifade verme ve müştekinin şikayetlerini dermeyan etme esnasında ayağa kalkması, şahidin ayakta dinlenmesi, ara kararların okunuşu esnasında tarafların ve taraf vekillerinin ayağa kalkması (ki uygulamada iddia makamı ayağa kalkmamaktadır), reisin taraflara ve taraf vekillerine yönelttiği suallere verilen cevaplarda ayağa kalkılması halleri de dahildir. Yerleşmiş tüm bu ritüeller tarafların ve taraf vekillerinin mahkemeye olan saygısını ifade etmeye matuf olup, hukuki bir zorunluluktan doğmamaktadır. Ancak şurası da dikkatlerden kaçmamalıdır ki bu ritüellerin gerçekleştirilmemesi de mahkemeye saygısızlık anlamına gelmemektedir.

Sonuç olarak; muhakemenin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi; taraflar , vekilleri ve muhakemeyi izleyenlerin kendilerini rahat hissetmeleri için reis, mümkün olduğunca bu hususta müdahaleden uzak durmalı, bu gibi halleri mahkemeye saygı olgusuyla doğrudan ilişkilendirmemelidir. Zira kanun koyucu mahkemeye saygıyı veya saygısızlığı gösterecek halleri kazuistik olarak saymış değildir. Hal böyle olunca muhakemeyi tabii seyrine bırakmak, ancak usulün öngördüğü yerlerde müdahale etmek muhakemenin idaresinden mesul reis açısından daha isabetli bir üslup olacaktır.

Hiç yorum yok: