Translate

17 Ekim 2007 Çarşamba

* DANIŞTAY KARARI MÜCAHEDENİN NERESİNDE


Yanlış Yerden Başlamak

Ön kabuller, vehimler, zanlar ferdi olduğu kadar cemiyeti de hayata ve hedefe yanlış yerden başlatabilir. Yanlış yerden başlamak her şeyden evvel; bulunduğunuz yeri, içinde bulunduğunuz hali hakkıyla değerlendirememektir. Bu, hareket noktanızın kainatın değişim ve dönüşüm kabul etmeyen kanunları karşısında zan ettiğiniz yerin dışında bir yer olmasıdır. Halinize ilişkin vehimleriniz sizi olduğunuz yerin uzağına atmıştır, kısacası.

Gerek ferdi gerekse cemiyeti hakikatin uzağına düşürecek en büyük, en tehlikeli zan mevcut halin kainat ile uyumlu olduğu zannıdır. Kainat ile uyum, insanın ve cemiyetin kendisi ve gayrısı ile çatışmadığı bir durumu ifade eder. Bir başka ifadeyle kainat ile uyum, vahyin dili ile insanın dilinin, anlam dünyalarının aynı olduğu haldir. Hayatın sahibi ile doğrudan bir mülakattır, kainat ile uyum. Gayrısı hep bir çatışma, hep bir yanlış vaziyet almadır.

Anadolu insanı, evet, bin yılı bulan savaşların, Allah kelamını yeni coğrafyalara ulaştırma ve kendine yeni hayat alanları açma mücadelesinin insanıdır ama, aynı zamanda Anadolu insanı vahyin dilini kendisine hapsetmiş, hayatı bu mahpus dil çerçevesinde anlamlandırmaya çalışan ve bu mahpus dili vahyin dilinin kendisi sanan bir insan tipinin de örneğidir. Öyle olmalı ki, bu mahpus dil / hayat; “hiç kimsenin zulme karşı mazeretinin kalmadığı” bir Aşura gününden miras kalmıştır Anadolu insanına.

1920’li yıllarda da bu böyleydi. Mahpus da olsa, konuşulmaya çalışılan vahyin dilinden keskin bir şekilde kopulduğu o günlerde de, bu böyleydi. Böyle olması normaldi de. Zira, bin üçyüz yıllık bir mahpusluk sürecinde bu dil bu insanlara, “en iyi”nin, “en güzel”in, “en doğru”nun yalnızca onların yanında olmadığı gerçeğini söylemek imkanı bulamamıştı. Anadolu insanına “Allah’ın günleri”ni anlatamamıştı, bu dil.


Allah’ın Günleri

Tartışmasız, kainat değişim ve dönüşüm kabul etmeyen bir dil ile konuşmaktadır. Her şey yerli yerinde, her şey halk edildiği şekliyledir kainatta. Bir “Lisan-ı Sıdk” halidir bu. Kimi zaman kainatın dili ile konuşmak istemeyen insan dahi bu dilin etki alanı dışında değildir. O da farkında olsun veya olmasın bu dilin kurallarına ram olmuş haldedir. Ferdin ve cemiyetin bu dil ile uyumu ona hayat bağışlarken, bu dile karşı girişeceği çatışma onu öğütecek ve hayatın dışına atacaktır. Bu dili eksik konuşmak ise teseffühe yol açacaktır ki her iki hal de, hayat alanlarınızın daralması ve cemiyetinizin ölümü sonucunu doğuracaktır. Sahip olduğunuz maddi güçlerin kainatın değişmez kanunları karşısında bir anlam ifade etmediği açığa çıkacaktır, bu sürecin sonunda.


Anadolu insanı kainatın diliyle çatışan bir algılayışın, seküler hayatın, 200 yılı aşkın bir süredir gerçekleştirdiği meydan okumaya mahpus bir dil ile cevap verme çalışmıştır. Bu mahpus dil seküler algılayışın dili karşısında mağlup olmuş, hayat alanlarını bu dile terk etmek zorunda kalmıştır. Seküler algılayışın en kıymetli sermayesi ise maalesef bu mahpus dilin yarattığı zihniyet olmuştur.

Seküler algılayış 200 yıllık taarruzu neticesinde, genelde insanlık alemine ve özelde Anadolu insanına vaad ettiklerini gerçekleştirememiş ve kainatın diline muhalif hiçbir dilin ilelebet var olamayacağını göstermiştir. Anadolu coğrafyasında kamu kudretinin tüm görüntülerini bilaistisna kullanan bu dil; bencil, ikiyüzlü, putperest, müptezel bir hayatı yaymaktan başka bir sonuç doğurmamış, üstelik aynı anda yarışa başladığını varsaydığımız diğer toplumlardan da maddi kazanımlar açısından fersah fersah geride kalmıştır.

Allah’ın günleri…Zaman tekrar başladığı yere dönmektedir. Zaman, hak olanın Hakk’tan bir lisan ile açıklanacağı, insanın varoluş amacının yine kainatın ortak dili ile anlatılacağı, beyinleri uyuşturan mahpus bir dil ile nesli ve ekini helak eden mütecaviz seküler bir dilin terk edileceği, “Kerbela”da donan bir ana dönmektedir.

Yanlış Yere Yürümek

Yola yanlış bir yerden, “en iyi”nin, “en güzel”in, “en doğru”nun hep kendi yanında olduğu zannından başlayan Anadolu insanı çok zaman, kamu kudretinin mütecaviz seküler dilinin birkaç mutedil insanın bu kudreti yönlendirebilecek makam ve mevkilerde güç ve yetki sahibi olması ile düzeltilebileceğine, en azından uysallaştırılabileceğine inanmıştır. Bu inanış ön kabullerinizi, vehimlerinizi, zanlarınızı sorgulamadığınız, onların kainattaki gerçek konumlarını tespit etmediğiniz sürece tabii bir hal olarak görünecektir.

İşte, Anadolu insanı seküler dilin korkunç saldırısı karşısında kendini uyuşturan o mahpus dilin tüm mücahede gücünü yitirdiğini gördüğü halde yanlış bir yerden başladığı için yeni bir dil geliştirememiş, bu taarruza teslim olmuştur. Anadolu insanı tüm köyleri, kasabaları, şehirleri, ülkeleri, bölgeleri ve nihayetinde tüm dünyayı kuşatacak bir dili, kainatla, insanın varlık amacıyla çatışmayacak bir dili geliştirmek yerine mahpus ve şaşkın bir dili yine mahpus ve şaşkın bir halde savunur vaziyette kalmıştır. Bir zandan başlamış ve bir çıkmaza yürümüştür.


Meseleyi İdrak Etmek

Hayatın içinde yer alan tüm hallerin taarruza uğradığı bu süreçte Anadolu insanı meselenin bütününü doğru idrak etmek zorundadır. Mesele temelde, insanın ve cemiyetin varlık alanındaki anlamı ve konumudur. Anadolu insanının bugün tartıştığı tesettürlü insan profili meselenin kendisi değil mücahedenin yürütüldüğü mevzilerden biridir sadece. Seküler algılayışın mütecaviz dili mahpus bir dilin siyasal karşılığını; hilafet, devamlılığa ilişkin karşılığını; alfabe –medrese -sözlükler, güne – zamana ilişkin karşılığını; takvim –saat, muamelat ve ukubata ilişkin karşılığını; teşrii kaynakları, zaten mağlup etmiş, onları neredeyse tüm izleriyle hayatın her gün görünen yüzünden silmeyi başarmıştı. Gelinen noktada seküler dil, namütenahi bir şekilde taarruz ettiği bir anlam dünyasının son görünür şeklinin tesettür olduğu inancındadır. Bu inancında da haklıdır, diyebiliriz. Zira mescitler kontrol altına alınmış, günlük dil seküler hale getirilmiş ve bu yolla dini mahallerde dahi seküler dil hakim kılınmıştır. Ancak tesettür bilinçli bir tercihin ifadesi olarak boy göstermiştir bu coğrafyada. Tesettürlü insan profili İslam’ın, kainatın dili ile uyumlu tek dilin, bizatihi görüntüsü olarak ortaya çıkmıştır. Bunun böyle olduğu tesettürlü insan profilinin tüm şekilleriyle yok edilmesine yönelik çabalardan olduğu kadar bizatihi tesettürün modalaştırılması yönündeki çabaların da mefhumu muhalifinden otaya çıkmaktadır.

Anadolu insanının kendinden kaynaklanan, başka hiçbir noktaya dayanmayan, varlığı bizatihi kendinden olan bir tesettür meselesi yoktur. Mesele, seküler algılayış açısından; İslam’a ait bir dilin bilinçli bir tercihle kullanılması ihtimali; Anadolu insanı açısından ise mahpus da olsa tüm görüntüleri kaybolmuş bir dilin görünür tek simgesinin artık bir “şiar” haline gelmesidir.

Danıştay Kararı

Şu sıralar Anadolu insanı, Danıştay’ın, ana okulu müdiresi olan kamu görevlisi bir bayanın sadece okulda değil, okul dışında da tesettürün bir parçası olan başörtüsünü kullanmaması gerektiği, bu şekilde bir davranışın, yani başörtülü bir insan profilinin, küçük çocuklar için “kötü örnek” olacağı yönündeki gerekçelere dayandırdığı bir kararın, tedirginliğini yaşamaktadır. Kararın tesettürlü insan profilinin cemiyet hayatından silinmesi için yeni bir adım olduğu açıktır. Ancak, asıl silinmek istenen hayata anlam veren bir dilin varlığıdır. Tesettürlü insan profili bu dilin bizatihi insan üzerinde görünen son halidir. (Unutulmasın, erkeklerin görüntüleri ekseriyetle seküler dile uygun hale getirilmiştir.)

Danıştay kararının siyasiliği, insan fiillerinin bir kısmının siyasi olmayabileceğini düşünenler tarafından tartışılmalıdır. Hayatın tüm görüntülerinin kopmaz bir ilişkiler ağı olduğunu düşünenler için insan fiilleri, amellerinize yön veren niyetinize ve riayet ettiğiniz kaidelere bağlı olarak müspet veya menfi bir siyasettir. Hal böyle olunca, İslam’ın açık dili karşısında bu kararın Anadolu insanı üzerinde menfi bir siyaset olduğunu söylemek mümkündür.

Ne Yapmalı

Anadolu insanı ümmetin ortak dilini oluşturma yönündeki gayretlere itibar etmeli, “en iyi”nin, “en güzel”in, “en doğru”nun kendi yanında olduğu zannından kurtulmalı, kendini ve İslam’ın dilini özgürleştirmeli, bölünmüşlüğe, zayıf düşürülmeye, müptezel bir hayata yol açan seküler dil karşısında İslam’ın özgür dilini konuşmalı / savunmalı ve hayata hakim olacak özgür bir dilin meselelerin çözümünün biricik esaslı unsuru olduğuna inanmalıdır.

Tüm bunlardan sonra diyebiliriz ki, tesettüre ilişkin tartışmalar, özgür bir İslam toplumunda yapılabilecek tartışmalardan olup bu konu dahil bütüne talip olmadan yapılacak işlerin tümü seküler dil / hayat tarafından öğütülmekten kurtulamayacaktır.

Hiç yorum yok: